Saturday, May 11, 2013

İnceleme: Gri Gölgeler Arasında / Between Shades of Gray

Kitap: Gri Gölgeler Arasında
Yazar: Ruta Sepetys
Yayın Evi: DeliDolu
Sayfa Sayısı: 309
Goodreads Puanı: 4.33 (21,197 oy)

İnanç, sevgi ve umutla hayata tutunmak

İkinci Dünya Savaşı Yılları,
Stalin Rusyası,
Parçalanmış hayatlar...

"Bir insan hayatının bedeli nedir, hiç merak ettiniz mi?
O sabah, kardeşim Jonasın hayatı bir cep saati değerindeydi."

Litvanya tarihinin karanlık günlerinde insanların yaşam mücadelesini konu alan eser, erdem ve sevginin buluştuğu gerçek bir trajedinin öyküsünü, çarpıcı bir üslup ve olay örgüsüyle okuyucuya aktarıyor. 
II. Dünya Savaşı yıllarında, Stalin Rusyasında yaşanan soykırımı, Sibirya sürgünlerini ve savaşın bilinmeyen yüzünü gün ışığına çıkaran bu duygu yüklü romanı okurken, bir birey olarak toplumsal varlığınızı sorgular halde buluyorsunuz kendinizi. Üstelik alışılagelmiş bir "ötekileştirme" yoluyla değil, içselleştirerek giriyorsunuz bu sürükleyici romanın etkisine.

1941 yılının ilkbaharında Lina, sanat okulunda öğrenim görmeye, ilk erkek arkadaşıyla buluşmaya ve sıcak yaz günlerine hazırlıyordu kendini. Fakat bu naif heyecanlar yerini endişeye, korkuya, mutsuzluğa bırakacaktı. Bir akşam Sovyet gizli polisinin evlerine baskın düzenlemesi üzerine annesi ve kardeşiyle Sibiryaya sürgün edilen ailesinden geriye, tıpkı evlerinde bıraktıkları cam kırıkları gibi paramparça olmuş hayatlar kaldı.

Lina aşkla bağlı olduğu babasını, gizli mesajlarla süslediği resimleriyle hapisteki mahkûmiyetinden kurtarabilir miydi? Güçlü sevgi bağları, tarihin tozlu sayfalarına gömülmeye yüz tutan hayatlarını sürdürmeye olan inançları ve umutları, Linanın ailesini yeniden bir araya getirmeye yeter miydi? 

ABDli yazar Ruta Sepetysin, Litvanyadan henüz küçük bir çocukken kaçan babasının hayat hikâyesinden ilham alarak kaleme aldığı ilk romanı Gri Gölgeler Arasındayı okurken ürpereceksiniz.
"Ruta Sepetysin romanını okurken titizliğini ve özenini göz ardı edemeyeceksiniz. Acı dolu ve aynı zamanda muhteşem bir hikâye."The Wall Street
"Yazarın ilk romanı hafızalardan silinmeyecek kadar duygu yüklü ve sarsıcı." The New York Times Book Review 


"Geceliğimle götürdüler beni." diye başlıyor hikaye.

Nasıl bir kitaptı öyle! Kafamdakileri düzgünce toplayamıyorum bile. Okurken defalarca gözlerim doldu. 

Sadece şunu anladım ki, ben, içinde dram, parçalanmışlık, biraz aşk ve yılmayan karakterleri olan distopik romanları seviyormuşum en çok. Acı olan ise, bu kitabın bir distopya değil, yaşanmışlıklardan alıntı olması.

"Babam, bilimadamlarının, Ay'dan Dünya'ya bakıldığında Dünya'nın mavi gözüktüğünü tahmin ettiklerini söylerdi. O gece buna inandım. Dünyayı mavi ve göz yaşlarıyla dolu olarak resmedebilirdim."

Kitaba başlamadan önce beni bu kadar etkileyeceğini hiç düşünmemiştim. Hatta konuyu bile tam olarak kavrayamamıştım; ancak böyle sürprizlerle karşıma çıkması daha çok hoşuma gitti. Kitap, açıklamada belirtildiği gibi bir ailenin koparılıp sürgün edilmesi ile başlıyor. Lina'nın dilinden bize aktarılan kitap Stalin Rusya'sına, savaşa da değiniyor. Konunun gerçek ve tarihsel olması size sıkıcı olacağı düşüncesini vermesin; çünkü kitap sıkıcılığın yanından bile geçmiyor. Her ne kadar koşturmacalı, soluk soluğa okuyacağınız bir kitap olmasa da insanların içlerinde yaşadıkları koşturmaca size aynı duyguları veriyor.

"Daha fazla insan almak için geri gidiyorlar." dedi Andrius. 
Jonas "Öyle mi düşünüyorsun?" diye sordu. "Hepimizden kurtulana kadar," dedi Andrius, "buna bir son vermeyecekler."


Kitaptaki karakterleri çok sevdiğimi söylemeliyim. Özellikle Lina, Andrius, Janina, kel kafalı adam Bay Stalas ve Nikolai Kretzsky kusursuz bir şekilde yaratılmıştı. Hepsi dışarıdan farklı gözükseler de içlerinde bir acıyla yaşıyorlardı. Ve kitap okuyuculara bunu çok iyi bir şekilde yansıtmıştı. İç karartıcı bir ortamda bile gülmeyi başarabilen, amaçların ulaşmaya çalışan insanlardan oluşuyordu karakterler. Bize ön yargının altından neler çıkabileceğini bir kez daha gösterdi.

"Umarım babamın bu gece kaz tüyünden bir yorganı vardır üzerine örtecek," dedi Jonas.
"Ben de umarım." dedim.
"Mutlu Noeller Lina."
"Mutlu Noeller Jonas."
"Mutlu Noeller baba," diye fısıldadım. 


Kitap, her an, bize sevgiyle ayakta kalabileceğimizi öğütlüyordu. Kitaptan çıkarılabilecek sonuçta buydu bir nevi. Lina'nın babasına duyduğu özlem ve sevgi göz yaşartıcıydı. Hiçbir zaman umudunu yitirmemesi, sürekli eski anıları hatırlaması güzel bir şekilde yıpratıcıydı. Kendinizi kitaba kaptırdığınız taktirde bütün duyguları içinizde yaşıyor gibiydiniz. Yazarın ilk kitabı olmasına rağmen başarılı bir anlatıma sahipti ayrıca. Orijinal dilinden okumamış olsam da çeviriden bize aktarıldığı kadar anladığımla üslubu sade ve derindendi. Kelimeleri kışkırtıcı ve can acıtacak şekilde kullanmayı bildiği gibi sözcüklerle kalpleri de ısıtabiliyor.

"Asla ünlü bir ressam olamayacaksın." dedi kel kafalı adam.
"Evet, olacak." dedi Janina."Hayır, olmayacak. Neden biliyor musun? Çünkü henüz ölmüş değil. Ama durumumuza bakılırsa, belki hala bir umut vardır!.."


Kitapta geçen yerler gözümde biraz zor canlansa da, yazar, orada hissettirecek şekilde yazmış. Sözcüklerin size sunamadığı şeyleri hayal gücünüz tamamlıyordu. Kavramakta zorlandığım iki nokta vardı sadece. Biri Jonas, diğeri de kitaptaki zaman kavramı. Jonas, sadece on yaşında olmasına rağmen bazen bir filozof gibi konuşuyordu. Kitapta aklıma yatmayan tek yer burasıydı aslına, on yaşındaki halimi hatırlasam belki daha çok kafama yatacak. Zaman ise kitapta biraz hızlı işliyordu. Birkaç sayfa okuyorsunuz ve bir bakmışsınız aylar geçmiş. Ancak yazarı anlayabiliyorum, bunun böyle olması zorunluydu. Bize her günü sunmaya çalışsa olayların art arda gelmesi saçma olurdu, geçen her boş günü yazsaydı da sıkıcı olacaktı. Zaten olaylar gerçekte de geniş bir zaman içerisine yayıldığı için yazarın yaptığı en mantıklısı olmuş. İlk önce biraz tuhaf gelebilir; ama fazla göze batan bir ayrıntı değil. Kitaba kendinizi kaptırmışken kendini belli etmiyor bile.

"Andrius'un sesini duyuyordum. 'Onlara hiçbir şeyini verme, Lina. Korkunu bile'"

Sonuç olarak; kitap fazlasıyla güzeldi. Şu an bilgisayar başında otururken bile kitaptan yayılan soğukluğu hissedebiliyorum. Lina ve diğerlerinin yaşadıkları olaylar kitaptan taşıyor gibi. Kitap hafif bir şekilde yazılmış olmasına rağmen konun ağırlığı kalbinize bir taş koyuyor, her satırda daha fazlasını istiyorsunuz. Kitap kararında bitmiş olsa bile, yüz sayfa daha yazılmış olsaydı sıkılmadan okurdum. 309 sayfayı benimle paylaşan göz yaşlarımla birlikte okurdum muhtemelen. Yaşananlar, o ağır duygular ve Andrius gözümün önünden gitmiyor. 

...
"Uçurtma gökyüzünde kaybolup gitmişti." dedi Joanna"Aynen öyle. İnsanlar öldüğünde de böyle olur. Ruhları gökyüzüne yükselir." dedi babam."Belki de anneannem uçurtmayı bulmuştur." dedi Jonas."Belki de," dedi babam.


Bu kitabın daha popüler olmasını beklerdim. Gerek konusu, gerek kitabın anlatımı, günümüz genç-yetişkin romanları arasında önemli bir yere sahip olmasını sağlayabilir ama yurt dışında popüler olsa da ülkemizde çok da fazla ilgi görmemiş. Bence görmesi gerekiyordu. İlgiyi hak eden bir kitap. 
Bir de buradan Delidolu Yayınları'na da teşekkür etmek istiyorum kitabı gönderdikleri için. Umarım Ruta Sepetys'in diğer romanını da çıkarırlar. 

Ufukta gri gölgeler arasında ince bir dilim belirdi. Güneş ışığının sarı çizgisine baktım. Güneş geri dönmüştü.
Gözlerimi kapadım. Andrius'un bana yaklaştığını hayal ettim. "Görüşeceğiz." dedi."Evet, görüşeceğiz," diye fısıldadım. "Görüşeceğiz." Cebime uzanıp taşı sıkıca kavradım. 

Puan: (5 üzerinden)



2 comments:

  1. Son alıntı... bir şeyler tahmin ediyorum ama... daha tanımamama/bilmememe rağmen... ağlarun :'(

    ReplyDelete