Tuesday, April 29, 2014

İnceleme: Sınırları Zorlamak/Pushing the Limits


Kitap: Sınırları Zorlamak
Orijinal Adı: Pushing the Limits
Yazar: Katie McGarry
Yayıncı: Aspendos Yayınevi
Goodreads Puanı: 4.14 (54,322 oy)
Sayfa Sayısı: 416

Birbirleri için çok yanlış… ve bir o kadar da doğrular.

Echo Emerson'ın, sporcu sevgilisi olan popüler bir kızdan, hakkında dedikodular dönen, kollarında 'tuhaf' yaralar olan dışlanmış bir kıza dönüştüğü akşam neler olduğuna dair kimsenin bir fikri yoktur. Echo bile o korkunç akşama dair tüm olanları hatırlayamıyordur. Tek bildiği, her şeyin tekrardan normale dönmesini istediği.

Oldukça yakışıklı ve siyah deri ceketli çapkın ama yalnız Noah Hutchins, şaşırtıcı anlayışıyla hayatına girdiğinde Echo'nun dünyası asla hayal edemeyeceği bir biçimde değişir. Oysa ortak hiçbir noktaları olmaması gerekirdi. İkisinin de tuttuğu sırları düşünürsek, beraber olmaları oldukça imkânsızdı.

Fakat aralarındaki çekim bir türlü geçmek bilmez. Echo, sınırları daha ne kadar zorlayabileceklerini ve ona sevmeyi yeniden öğretebilecek tek bir adam için neleri göze alabileceğini kendisine sormak durumunda kalır.



Sunday, April 27, 2014

İnceleme: Otomatik Portakal/A Clockwork Orange



Kitap: Otomatik Portakal
Orijinal Adı: A Clockwork Orange
Yazar: Anthony Burgess
Yayıncı: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Goodreads Puanı: 3.94 (296.944)
Sayfa Sayısı: 168


Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna sistematik bir baskı uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum...
...
Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. "Uqueer as as clockwork orange". Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya'da "canlı" anlamına gelen "orang" sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm...
-Anthony Burges-

Karabasan gibi bir gelecek atmosferi... Geceleyin sokaklara dehşet saçan, yaşamları şiddet üzerine kurulu gençler... Sosyal kehanet? Kara mizah? Özgür iradenin irdelenişi?.. Otomatik Portakal bunların hepsidir. Aynı zamanda hayranlık verici bir dilsel deneydir, çünkü Burgess antikahramanı için yeni bir dil yaratır: Yakın geleceğin argosu "nadsat"ı.

... ve Stanley Kubrick'in muhteşem film uyarlaması, yirminci yüzyılın kült eserlerinden biri olan bu romanın şöhretini pekiştirmiştir...



Thursday, April 24, 2014

Kargo Ne Getirdi? #7

Geçen cuma D&R kampanyasını kaçırmadım ve evde okunmayı bekleyen kitaplar dizisinin üzerine yedi adet birbirinden güzel roman ekledim. Aslında kargo pazartesi günü elime ulaşmıştı ancak yazısını henüz yazabildim. Umarım en kısa zamanda hepsini okuma imkanı bulurum çünkü fazla çekici gözüküyorlar!

Sınırları Zorlamak  Katie McGarry
Başlat  Ernest Cline
Anansi Çocukları  Neil Gaiman
Sisters Kardeşler  Patrick deWitt
Boş Koltuk  J.K. Rowling
İçinde Aşk Saklı  Judith McNaught
Umutsuz  Coolen Hoover


Okumak istediğim kitapların böyle bir arada bulunması çok hoş oldu. Şimdi ise asıl soru, bekleyen sayısız kitap içinden önce hangileri okunacak?

Bol kitaplı & mutlu günler!

Sunday, April 20, 2014

İnceleme: Ölmem Gerekirse/If I Should Die


Kitap: Ölmem Gerekirse (Geri Dönenler #3)
Orijinal Adı: If I Should Die (Revenants #3)
Yazar: Amy Plum
Yayıncı: Akılçelen Kitaplar
Goodreads Puanı: 4.25 (6.971 oy)
Sayfa Sayısı: 407

Sevdiğini Kurtarmak İçin Ne Kadarına Hazırsın?

Amy Plum'ın tüm dünyada fırtınalar koparan, önemli çok satanlar listelerinin gediklisi hâline gelen Benim İçin Öl Üçlemesi tamamlanıyor.

Vincent beni bulmak için pek çok hayat boyunca beklemişti, ancak ortak geleceğimize dair hayallerimiz bir anda paramparça oldu. İkimizin de "arkadaş" olarak tanımladığımız biri ona ihanet etti ve ben de Vincent'i kaybetmiş oldum.

Şimdi düşmanımız France'ın ölümsüzlerini hâkimiyeti altına almaya son derece kararlı ve istediklerini elde etmek için bir savaş başlatmaktan da kaçınmayacaklar.

Heyecan dolu bir macera... Aşk, mücadele, gözyaşı, sürpriz bir son...

Benim İçin Öl Üçlemesi'nin son cildi, Ölmem Gerekirse!




Friday, April 18, 2014

Anime Tavsiyesi: Elfen Lied ve Noragami


Elfen Lied

Türü: Drama, Gerilim, Doğaüstü Güç
Bölüm Sayısı: 14/13+
Yapım Yılı: 2004

İnsanların bir sonraki evrimi olduğuna inanılan Dicloniuslar, bilim insanları tarafından insanlığın düşmanı olarak sıfatlandırılmıştır. Normal insanlardan fiziksel olarak tek farkları iki boynuzlu olmalarıdır. Oysa çok farklı bir silahları daha vardır, hatta bu tehlikeli silahla doğmuşlardır. Bu tehlikeli silahın bilimsel adı vektördür. Vektörler, normal insanların göremediği ortalama 2 mt. uzunluğundaki kollardır. Öldürmeye eğilimli Dicloniuslar, bu silahı kullanmayı öğrendiklerinde insanlığı yok etmeye çalışan varlıklar olurlar. Bunun için önleme ihtiyaç duyan bilim insanları, doğan bütün boynuzlu çocukları ya öldürür, ya da lablarda denek olarak kullanmak için hapsederler.Bir gün bu lablardan kaçmayı başaran bir Diclonius, insanların arasına karışır. Adı Lucy olan bu Diclonius, kaçarken başına aldığı bir kurşun darbesiyle hafızasını kaybetmiş ve kişiliği bölünmüştür. Sabaha karşı denizi izlemeye gelen iki kuzen Yuka ve Kouta, sadece "nyuu" diyebilen iki boynuzlu çıplak bir kızla karşılaşırlar. Nyuu'yu evlerine götürürler ve onunla yaşarlar. Ama Nyuu'nun hafızası zaman zaman yerine gelir ve o zaman acımasız katil Lucy'ye dönüşür

2004 Yapımı Elfen Lied animesini, biraz bu dünyanın içindeyseniz eğer, duymamış olmanız imkansız diye düşünüyorum. Ancak animelere yeni başlayanı, bir şeylerden dolayı izleyemeyeni olmuştur kesin. Herkes seyretmiş olacak diye bir kaide yok ya!

Elfen Lied, izlemeden önce konusu hakkında pek bir şey -aslında hiçbir şey- bilmediğim bir animeydi. Hatta aşırı duygusal (gerçi bu biraz doğru olabilir), psikolojik dram türünde olduğunu, macera barındırmadığını falan sanıyordum. Doğru bildiğim tek şey, baş kahramanının saçlarının pembe olduğuymuş meğerse.

Konusunu yanlış bildiğimden, animeye başladığımda bayağı bir afallamıştım. Her taraf kan, aksiyon tavan, bizim pembe saçlı psikopat... Sonra kız aniden karakter değiştirince yine kafam bulanmıştı. Meğersem konusu yukarıda yazdığım gibiymiş.

Anlayacağınız üzere, gayet ilgi çekici bir tema barındırıyor Elfen Lied. Göz doldurucu çizimlere sahip, ayrıca Lucy karakterinin altında yatan  hikaye de sarsıcı. Bir de gelmiş geçmiş en etkileyici introlardan birine sahip. Açılışta duyduğunuz müzik tüylerinizi diken diken ediyor.

Elfen Lied, şiddeti, duygu yoğunluğu, bir o kadar da eğlencesi bol bir anime aslına bakılırsa. Kouta'nın samimiliği, Nyuu'nun ve Nana'nın (kısmen) tatlılığıyla daha da bir keyifli oluyor. Yuka karakteri alabildiğine gıcık. Ama animelerde böyle sürekli birine tokat atma gereği duyan kız karakterler olmazsa olmaz ilan edilmiş işte. Aksiyonun ağır havasını dağıtır nitelikte hep bu bayanlar.

Seri, "hayatımda izlediğim en iyi anime" tarzı bir şey değil aslında abartıldığı gibi. Ama küçümsenecek bir yanı da yok hiç. Son bölüme geldiğinizde seri ruhunuza bir çizik atmış oluyor adeta, pek unutulacak gibi de değil; adamı biraz sarsıyor.


Noragami

Tür: Aksiyon, Macera, Shounen
Bölüm Sayısı: 13/12+
Yapım Yılı: 2014


Bu diyar ve diğer diyar arasındaki sınırda 8 milyon tanrı, tanrılara hizmet eden ölü ruh ve yardımcı diğer ruhlar insanların işlerine karışmaktadır. 

Yato kendine ait bir tapınağı olmayan bir tanrıdır ve tapınak oluşturmak için de 5 yen karşılığında yardıma muhtaç olanlara yardım ederek belli bir kotayı geçmelidir.
Bunun için kendi numarasını bir tuvaletin arkasına dahi yazar.
Hiyori ise Yato ile karşılaştığı bir günde onu kamyon kazasından kurtarmak isterken neredeyse ölecek duruma gelir. Yato tarafından kurtarılıp hastaneye kaldırıldıktan sonra kendisinin hanyou(kolaylıkla ruhunu kaybedebilen kişiler) olduğunu yine Yato'nun kendisinden öğrenir. İkilinin bu şekilde yolları kesiştikten sonra macera başlar.


2014 Yapımı bu animeyi henüz bitirmiş bulunuyorum. İzlemesi iki gün sürdü ve resmen kalbime taht kurmuş durumda. Yaratıcı ve çekici bir konusu, eğlenceli ve komik diyalogları, inanılmaz samimi karakterleri var Noragami'nin! Ayrıca çok da güzel çizimlere, müthiş müziklere sahip.

İlk bölümlerde biraz durağan, sıkıcı bir anime olabileceğini düşünmüştüm ancak hemen ardından bu durum değişti; seri bambaşka bir hal aldı. Özgün ve çok hoş bir temayı işlemiş Noragami. Kesinlikle bayıcı değil, orijinal ve olay örgüsü bakımından da oldukça doyurucu. Ben animelerde fazla yapmacıklığı sevmiyorum. Saf, klişe kızlar ve ardı arkası kesilmeyen komik olma durumları beni sarmıyor; biraz ciddilik arıyorum anlayacağınız -konusu komedi değil de aksiyon, shounen falansa eğer-. Noragami'de bu ciddiliği buldum, aynı zamanda bolca da güldüm. Tam yerinde olmuş yani her şey. Ne eksiği vardı ne de fazlası.

Tabii tek beklenen yegane şey, animenin daha uzun olması. İkinci sezon umuyorum ki gelir, zira Noragami oldukça beğeni topladı. Popülerliği biraz daha artarsa ikinci sezon onayını alacağına eminim. Ama ben şimdiden önlem almak adına (ve biraz da meraktan çatladığımdan) mangasını okumaya başladım bile. Karakterleri o kadar çok sevdim ki onlardan ayrılmak zor geliyor.


Noragami, Elfen Lied'e göre açık ara daha vahşetsiz, fazla kan ve drama yok. Ancak ikisi de kendi kulvarlarında çok önde animeler. Elfen Lied biraz daha ağır abla rolünde sadece. Bence ikisi de izlenmesi gereken, sonuna kadar tavsiye edilebilecek seriler. Göz atmanızda fayda var.



Ne Okuyorum?

Thursday, April 17, 2014

İnceleme: On Bir/Eleven



Kitap: On Bir
Orijinal Adı: Eleven
Yazar: Mark Watson
Yayıncı: Domingo Yayınları
Goodreads Puanı: 3.64 (1.609 oy)
Sayfa Sayısı: 263

Gerçekten okumalısınız. Zarif, tutkulu, ilham verici ve sürükleyici. Eğlenceli bir kitap bekliyordum, çok daha fazlasını buldum.
 Chris Cleave -Küçük Arının yazarı-


Zeki, dokunaklı ve yer yer kahkaha attıracak kadar eğlenceli.
 Independent


Nick Hornby ya da David Nicholls seviyorsanız, bu kitap kesinlikle sizin için. Son sayfayı çevirdikten çok sonra bile sizinle kalacak.
 Cosmopolitan UK

Gece geç saatlerde sunduğu radyo programını arayıp umutlarını, korkularını ve pişmanlıklarını paylaşan uykusuz Londralılar onu Xavier Ireland olarak tanıyor. Hiçbiri onun sevdiği her şeyi terk edip -gerçi önce sevdiği her şey onu terk etti- yeniden başlamak için Londra'ya geldiğini bilmiyor. Bir daha kaybetmemek için başkalarını kendi hayatının parçası yapacak her türlü yakınlaşmadan uzak bir hayat yaşıyor artık. Ta ki o hayatın tam ortasına Pippa düşene dek. Tuhaf bir şekilde hayatına sızan bu temizlikçi kız onun silmeye çalıştığı geçmişiyle yüzleşmesine, hiç ummadığı yerlerde teselli ve huzur bulmasına yardımcı oluyor. Keşke biraz daha erken karşılaşsalardı... Xavier'nin o karlı günde yaptığı ve yapar yapmaz içini kemirmeye başlayan bir seçim, hiç tanımadığı on bir hayatı çoktan bambaşka yollara saptırmıştı.


Mark Watsonın yayımlandığı tüm dillerde büyük ilgi gören zeka, mizah ve hayat dolu romanı ON BİR, seçmediklerimizin bizi seçimlerimiz kadar etkileyip etkilemediğini sorguluyor. Aşkın, kaybedişin ve uzak bildiğimiz yaşamlara yakınlığımızın hikayesi ON BİR. Okuduktan sonra okumuş diğer insanları bulup hakkında konuşmak isteyeceğiniz bir kitap.



Wednesday, April 16, 2014

Fragman Alarmı: If I Stay/Eğer Yaşarsam

 Beklenen fragman sonunda bizlerle!


Bu sene bir sürü kitap uyarlaması film (özellikle de genç-yetişkin türünden) bizimle buluşuyor. Anlayacağınız, sinemalara kamp kuracağız. 

Birkaç ay önce okuduğum Eğer Yaşarsam/If I Stay'de bu sene izleyeceğimiz filmlerden ve ilk fragmanı yayınlandı bile. Kitabı burada yorumlamış, okurken sevmiş, dört puan vermiştim. Gayet güzel bir kitaptı, ancak ikinci kitap olan Sen Gittiğinde/Where She Went tamamen olağanüstü güzellikteydi. 

"Sometimes you make choices in life and sometimes choices make you."

İlk kitabı okuduğumda, Mia'yı Chloë Grace Moretz değilde başkası canlandırsa falan demiştim, ikinci kitaptaysa filmin çıkmasını hiç mi hiç istememiştim çünkü hiçbir insan benim hayal dünyamdaki Adam'a eş değer olmazdı. Gerçi, fragmanı izledikten sonra düşüncelerim biraz değişti çünkü gerçekten güzel bir film olacağa benziyor, ilk kitapta ağlamamış olmama rağmen filmi izlerken ağlayacakmışım gibi, Chloë Grace şimdi bakınca o kadar da kötü bir tercih olmayabilir; ama ne yazık ki Adam'a hala ısınamadım. Yani tamam, kötü bir oyuncu olmadığı belli ama ne bileyim... belki filmi izlerken severim.

İkinci kitabın filminin çekilip çekilmeyeceğinden, çekilirse kaç yıl bekleyeceğimizden haberim yok ama herhalde yakında bilgi ediniriz. Umalım ki film de fragman kadar güzel olsun, hayal kırıklığı yaşatmasın. 

Fragmanı altta bulabilirsiniz, sizinde beğenmeniz dileği ile,
Mutlu, sanatlı, kitaplı günler!





Sunday, April 13, 2014

My Mad Fat Diary: Sezon 2



Birinci sezonuna aşık olmuştum, ikinci sezonu nasıl bekleyeceğim diye yırtınıp durmuştum. Yedi bölümün ardından, güzel olan her şey gibi, ikinci sezon da bitti. 


İlk sezonu izleyenler dizinin ne kadar güzel olduğunu zaten bilirler.

İzlemeyenlerin de oradan buradan, tumblrdan, facebooktan haberleri olmuştur mutlaka. Dizi resmen herkesin dilindeydi, özellikle de Türkiye'de oldukça sevildi. İnanılmaz bir popülerliği yoktu ama biz fena halde sevdik. Size tavsiyem, diziyi izleyin. Özellikle de 15-25 yaşlarındaki diziseverlere tavsiyemdir My Mad Fat Diary, daha önce de bahsetmiştim bol bol.

Peki, ilk sezon mükemmeldi. Ya ikinci sezon?
Açıkçası, kötüydü diyemeyeceğim ancak kesinlikle ilk sezondaki tat yoktu. Yine güldük üzüldük falan ama birinci sezon kadar sevemedim, olmadı. Bunun nedenlerinden ilki Rae'in beni çileden çıkarması olabilir. Şahsen kendisinin yüzünü parçalamak istedim ara ara. İlk sezonda bizden bir parça barındıran, yaralı, dışlanan kızdı ve hepimiz sevdik ancak bir anda gıcığın tekine dönüştü. "Başına kötü bir şey gelsin şunun" derken buldum kendimi. Beni hayal kırıklığını uğrattın Rae, artık hiç samimi gelmiyorsun. O ağır İngiliz aksanını da al git lütfen.

İkinci neden ise, hatalar ve özürler. Sezon komple bundan oluşuyordu. İlişkileri bozup bozup sonra toparlamaya kalkmışlar hep; bu her bölüm böyleydi. Bir yerden sonra sıktı ve içtenliğini kaybetti bana göre. Resmen her karakter döndü, sevdiklerimiz çirkinlik topuna dönüştü. İyice tuhaf bir hal aldı.

Bunlar kötü tarafları ama aslında dizi yine kendisini izlettirmeyi biliyor. Orijinal yerleri var, ağzı bozuk, bizden ve komik. Belki de beklentim çok yüksek olduğundan böyle oldu ama son bölümlerde eski halinin kalmadığının görülür olduğunu düşünüyorum. "Beğenmedim" diyemedim yine, ancak arada burun kıvırdığım durumlar oldu kısaca. Bir de son bölüm, beni o kadar heyecanlandırmadı ve şu an üçüncü sezonu o kadar iple çekmiyorum. Çıkınca izlerim ama çıkmasa da aramam tarzı bir şeyler. Halbuki ilk sezonun finali böyle miydi?

Sonuç olarak, ilk bölümleri kayda değerdi ancak son bölümlerde biraz sıktı. Tix'in bile unutulmuş olması üzdü açıkçası. Chop ve Izzy kendini sevdiremedi, Finn'in endamından geçilmedi yine tabii ancak onun bile aynı havası yoktu sanki son bölümde. Rae'in aklının başına gelmesi dileği ile...

Mutlu günler.


Saturday, April 12, 2014

1. Yıl Çekilişi: Kazananlar

Bir çekilişin daha sonuna geldik, 

  • Nazmi Akın Tezcan 
  • Damla Duygu Durmuş
  • Hatice Torcu Koç
  • Hatice Albayrak
Kitaplarınız sizi bekliyor! Facebook adresimden benimle iletişime geçebilirsiniz.
Yeni bir çekilişte görüşmek üzere, mutlu günler.




Sunday, April 6, 2014

İnceleme: Kıyamet Sonrası/World After


Kitap: Kıyamet Sonrası (Penryn & the End of Days #2)
Orijinal Adı: World After
Yazar: Susan Ee
Yayıncı: DEX
Goodreads Puanı: 4.30(12.602 oy)
Sayfa Sayısı: 360

Penrynin küçük kız kardeşi Paige kayboldu. İnsanlar korkuyor.Bir annenin kalbi kırık.

Penryn San Francisco sokaklarında kardeşini arıyor. Sokaklar neden bu kadar boş? Herkes nereye kayboldu?

Paige kardeşinin izini sürerken, meleklerin gizli planının merkezini buluyor ve ürkütücü gerçeklerle yüz yüze geliyor.

Raffe kanatlarının peşinde. Onlarsız meleklere katılması imkansız. Tekrar kanatlarını kazanmak ya da Penrynin hayatını kurtarmak arasında kaldığında, hangisini seçecek?

Melekler, insanlar ve canavarların korku dolu hikayesi, Meleğin Düşüşünün ardından, Kıyamet Sonrası ile devam ediyor.


Saturday, April 5, 2014

How I Met Your Mother'ın Ardından...

Bir efsanenin daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Söz konusu HMYM gibi bir dizinin finali olunca, bir yazı yazmadan olmaz diye düşündüm.

Öncelikle belirtmek istiyorum ki, yazı son bölümle ilgili olacağından birazcık spoiler içerebilir.

Dizinin (iki bölümlük finali tek bölüm olarak ele alırsak) son üç bölümünü izlememiştim. Bir köşede biriktirmiştim aslında arka arkaya izlemek için. Şu "Son bölüm" olgusu beni zaten üzüyordu ama son üç bölümü izlerken tahmin ettiğimden daha fazla ağladım. 22. Bölümde beni göz yaşları çoktan ele geçirmişti. Final başladığında ise "Son kez iyi seyirler" yazısını gördüğüm an kalbime bir bıçak saplandı. Ted'in vedalaşma sahnesinde ise çoktan kopmuş bulunuyordum.

Finalden bahsetmeden önce, biraz son sezondan ve komple, dizinin hayatım(ız)daki yerinden bahsetmek istiyorum. Sanırım çoğu kişi gibi ben de  9. Sezonda temponun biraz daha düştüğüne inanıyorum. Aslında, her şekilde güzeldi. Kafama taktığım bir durumda değildi ancak HMYM manyaklarının hepsinin görüşü bu yöndeydi. Sonlara doğru birazcık bozmasının nedeni her şeyin düğün etrafında dönmesinden kaynaklı olabilir, ne var ki benim çok da sevdiğim bir sezon oldu. Yani burun kıvırdım diyemem hiçbir şekilde.

Bu dizi her yerde "The Mother of the Sitcoms" şeklinde yer alıyor -ki tahmin ettiğim üzere, birçok kişinin hayatında da bu rolü oynuyor. Hatta bazıları için bir diziden çok daha fazlası.

How I Met Your Mother hayatın değişmez bir gerçeği gibiydi açıkçası. Hangimiz o McLarens's Pub da bir hayat geçiren arkadaşlara özenmedik ki? "Bizim de böyle bir grubumuz olsun ya" dedik. "Marshmallow ve Lilypad gibi bir aşkımız olsun" diye haykırdık her zaman. Hayata dair bir sürü şey öğrendik, mesela birinin numarasını aldıktan sonra üç gün beklenmesi gerektiği, gece ikiden sonra hiçbir şeyin iyi gitmeyeceği gibi. Ve daha birçok şey...

Bunun yanında eğlendik, boğulana kadar kahkaha attık, bazen onlar için ağladık ama hep sevdik diziyi. 9 Sezonun ardından, şimdi, dizi bitmiş bulunmakta. Resmen bir dostu kaybetmek gibi geldi. Peki How I Met Your Mother bize nasıl veda etti?

Cevap: Geride bol bol hayal kırıklığı bırakarak....

Dizi en başından beri Ted karakterinin hayatının aşkını, "anneyi" araması üzerine değil miydi? Onun için özel olan kadını bulmasının hikayesiydi bu. Ya da ben mi yanılıyorum? Ama dizi hiç böyle bitmedi. Hüngür hüngür ağlarken, son bölümde bayağı bir sövdüm de aslında. "Ağğğğ çok güzel." nidalarının arasında, göz yaşlarım ve kızarık gözlerimle beraber "Bu ne be bok etmişsiniz diziyi." gibi cümleler de sarf ettim.

Öncelikle, Barney ve Robin gelmiş geçmiş en iyi çiftti. Robini hiçbir zaman fazla sevemedim. Hep grupta en az sevdiğim karakterdi zaten. Ama komikti, iyiydi, hoştu falan. Bir kere Barney gibi bir adam tarafından seviliyordu. Robin, Barney'nin aşkıydı. Belki de gelmiş geçmiş en efsanevi çiftti ikisi arkadaşlar ya. Beraber olduklarında nasıl mutlu olmuştum, şimdi hatırlayınca...


Ve sen al, o televizyonun en iyi çiftini hiçbir şey olmamış gibi ayır. Yaşadıkları aşk sanki hiç var olmamış, adeta bir yalanmış gibi çöpe gitsin.

Bu zaten bana bir tokat gibi çarptı, olaydan o kadar çok nefret ettim ki bu öfkemi, hayal kırıklığımı kelimelere sığdıramıyorum bile. Yapılacak şey miydi? Tek kelimeyle iğrençti. Bunun ardından bir de grubun direği Barney'e bir bebek verip hikayeden koparmaları da durumu kurtarma çabası gibiydi. "Ayıp olmasın adama" demişler resmen. Tamam, bebek sahnesinde kendi göz yaşlarımla boğulup ölecek haldeydim ve bence finalin, hatta belki de dizinin en etkileyici bölümüydü. Ama hayal kırıklarıyla parçalanmış kalplerimizi böyle onarmaya çalışmaları da üzücüydü. Boşanmalarının yüzüme vurduğu tokat resmen yanağımda iz bıraktı.

Beni kızdıran asıl konu ise tabii ki anneye yapılan haksızlık oldu. Size dizinin asıl olayının Ted'in aşkını araması olduğunu söylemiştim. Kaç sezondur yere göğe sığdıramadığımız, hep olay olan annenin iki bölüm gösterilip sezonda öldürülmesi nedir peki? Resmen kadının hiçbir önemi yoktu hikayede. Ted'in senelerce aradığı kadın sadece çocuklarının annesi olabilmeyi başarmış, onun kalbine sahip olamamış. Bunu öğrenmek acı vericiydi gerçekten. "And that kids... is how I met your mother" bölümünden sonra bir de Ted'in asıl aşkının Robin olduğunu kabul etmesi... kafamda hep o cümleden sonra dizinin biteceğini düşünmüştüm ve keşke öyle olsaydı.

Robin ve Barney bir yalandı. Ted'in aşkı hiçbir zaman sarı şemsiyeli anne olmadı. Robin, Ted'i sevdi mi bunu bile bilmiyoruz. Ama Barney'i sevmiş olduğuna hiç inanmıyorum. Resmen dizinin içine eden bir karakter oldu Robin.

Yakışmadı bu diziye. Bu final hiç olmadı.
Neyse ki Marshall ve Lily ikilisine bir zarar vermemişler. Kalbim bir bıçağa daha dayanamazdı.

Son olarak bir de bu resmi ekleyeyim, bütün düşüncelerimi açıklıyor:




Tuesday, April 1, 2014

Kargo Ne Getirdi? #6

Aslında bu iki adet kargo yazısının bir birleşimi. Bir hafta öncesine kadar, buralarda fazla bulunamadığım için kargo yazısını da yazamamıştım. Hatta öyle ki, ilk kargodaki kitapların ikisini okuyup çoktan yorumladım bile. Ama bu hiçbir yeni kitap mutluluğuna engel olamaz!

Dediğim gibi, aslında bu kitapların yanında bir de Yolun Sonundaki Okyanus ve Dublin Caddesi de yer alacaktı.

Sonunda, ne zamandır almak istediğim kitapları almış oldum. Tabii sipariş listemde daha bunun gibi yüzlerce kitap bulunuyor ama her şey sırayla. Kredi kartının bile bir sınırı var.
Aslında kafamda çok daha farklı kitaplar varken karmaşık bir derleme edindim. Gerçi yine biraz fantastik
ağırlıklı bir alışveriş olmuş ancak Dublin Caddesini okurken ne kadar romance kitaplarına karşı açlık hissettiysem şu anda fantastiğe o kadar açım. Ve elimde beni doyurabilecek bir sürü güzellik var.Üst üste dizili kitapların sağında duran  dört kitap ise belki sizin olabilir. Çekilişe katılmayan kaldıysa hemen koşsun bence.

İçlerinde beni en çok mutlu eden ögeyi ise belirtmeden geçmemeliyim.
Kıyamet Sonrası.
Evet, evet, evet. Tam tamına bir yıl süren bekleyişimin ardından (ilk kitabı da 1 Nisanda bitirmişim) şu anda kitap elimde ve ben deliler gibi mutluyum!
İlk kitaba aşık olmuş, Raffe diye sürünmüştüm. Artık kitap çıksın diye duvarları tırmalayasım falan geliyordu. Şu anda kitaba dokunabilmenin verdiği mutluluğu size anlatamam. Henüz kapağını açmaya kıyamadım, ancak saatler içerisinde kitabı kemirecekmişim gibi bir his var içimde. Göreceğiz.

Beni çılgına çeviren ilk kitabın yorumunu okumak için buraya tıklayabilirsiniz. Bu yorum daha ilk blog yazılarımdan biri olduğu için olacak herhalde, duygularımı tam yansıtamamışım. Zira ben Meleğin Düşüşü'nü okurken ölüyordum.
İstediğiniz kitaba bir an önce kavuşmanız dileğiyle, mutlu günler!