Tuesday, September 30, 2014

İnceleme: Onlardan Biri/Cengiz&Locke +Çekiliş



Kitap: Onlardan Biri
Orijinal İsmi: Cengiz&Locke
Yazar: Zoran Drvenkar
Yayıncı: ON8 Kitap
Goodreads Puanı: 3.92
Sayfa Sayısı: 361

5 yaşam 5 günde nasıl değişebilir?

"Derken, babanın neye baktığını çakıyorsun. Eline. Tuttuğun silaha. Bakışı tekrar sana odaklanıyor. Cengiz’e. Orada dikilene. Cengiz’e. Şimdi ne yapacağını merak eden kişiye. / Baban ayaklarının dibine tükürüyor ve seni daha fazla dikkate almadan yanından geçip gidiyor. / Peşinden bakıyorsun. / Hayatın biraz önce yanından geçip gitti. Sen geride kaldın ve ölmüş olmayı diliyorsun, hiçbir şeyi dilemediğin kadar."

Önce çaresizlik mi vardı, şiddet mi? Yoksa bu, iç içe geçmiş bir sarmal mı? Her şey bir silah tarama sesiyle başlıyor. Sevgisiz büyümenin ve sürekli kendini ispatlama çabasının içinde ayrıştırılması mümkün olmayan, çıkışı da kolay kolay bulunmayan karanlık yollar, Drvenkar’ın romanında hayat buluyor.

Almanya’da yaşanan göçmenlik sorununa sokak cephesinden yaklaşan roman, dağılan Yugoslavya’nın yarattığı yeni göçmen gruplarını, sorunlu dil ve entegrasyon süreçlerini, bağımlılık ve şiddetin hem kurbanı hem yaratıcısı olmak ikilemini, birbirleriyle ilişkilerini ve aile sorunlarını, “çekip gitmek” ve mekânını sahiplenmek çıkmazını, büyük kent kıskacında “genç olmayı” çok katmanlı ve ustaca işliyor. Çete savaşlarının, ihanetin öldüremediği bir şey varsa, o da dostluk.

Avrupa edebiyatının genç ve özgün sesi Zoran Drvenkar, metropolün yuttuğu Cengiz, Bukle, Krca, 
Marco, Jasmin ve diğerlerinin iç dünyasına ayna tutuyor: Bizden misin, onlardan mısın?


Sunday, September 28, 2014

İzlemeyeni Dövüyorlar: Shingeki No Kiyojin


Nedir bu Shingeki no Kiyojin çılgınlığı?


Anime dünyasında herkes tarafından bilinen, insanları daha fazla anime izlemeye iten, bütün otakuların ilk göz ağrısı niteliğini taşıyan olmazsa olmaz seriler vardır. Death Note, Fullmetal Alchemist, Bleach, Sword at Online, One Piece ve Naruto gibi animelerden bahsediyorum tabii ki.

Hatırlıyorum, Death Note'u izleyip ardından mangalarını okuduktan sonra ben de anında anime dünyasına çekilmiştim ve ardından Darker Than Black, Vampire Knight, o, bu, şu derken kendimi büyük bir anime fanı olarak buldum.

Günümüzde ise, insanları anime izlemeye iten başka bir yapıt var.

Kimden bahsediyorum? Tabii ki Shingeki no Kiyojin.

Bir Efsane Mi Doğuyor? Karşınızda Gotham...


DC Comics takipçisi olan herkes, duyurulduğundan beri Gotham'ı merakla bekliyordu. Bazılarının hiç umudu yoktu, bazıları çok iyi bir dizi olacağını savunuyordu ama sonuç olarak herkes takipteydi. Sonunda, kısa bir süre önce birinci bölüm bizlere kavuştu ve dizi birazcık sağ gösterip sol vurdu.


Bilmeyenler için, Gotham, Bruce Wayne'in henüz Batman kimliğine bürünmeden, Selina, Catwoman olmadan, Joker ortalıkta yokken, dedektif James Gordon'ın Gotham'ın karanlık sokaklarıyla tanışmasını konu alıyor. Batman, Poison Ivy, Catwoman, Joker, Penguin gibi karakterlerin doğuşunu ve yükselişini izleyeceğiz bir nevi dizide. Tabii bir de bol bol entrika ve suçla savaş.

Tuesday, September 16, 2014

İnceleme: Ürperti/Shiver



Kitap: Shiver (The Wolves of Mercy Falls #1)
Türkçe İsmi: Ürperti (Mercy Falls Kurtları #1)
Yazar: Maggie Stiefvater
Yayıncı: Scholastic Press
Goodreads Puanı: 3.80 (249.642 oy)
Sayfa Sayısı: 390


Grace henüz küçük bir kızken kurtlar tarafından ısırılır. Fakat gri bir kurt Grace’i son anda kurtarır. Grace iyileşir ama kurtarıcısını unutmaz ve altı yıl boyunca, evlerinin arkasındaki ormanda onu izler. Aralarında büyülü bir bağ vardır, sarı gözlü kurdu görmeden yaşayamaz.

Sam’in iki yaşamı vardır: Kışları dondurucu ormanda, sürüsünün koruyuculuğunu yapan cesur bir kurt; yazları kitapçıda çalışan genç bir adam… ta ki soğuk onu tekrar bir kurda dönüştürene kadar.
Artık lise öğrencisi olan Grace sarı gözlü bir gençle tanışır. Bu genç adam onu yıllar önce ölümden kurtaran kurttur. Ancak kış yakındır. Sam, Grace’i ve hayatını kaybetme riskine rağmen insan kalmak için savaşacaktır.


Monday, September 15, 2014

Fragman Alarmı: The Hunger Games: Mockingjay Part 1


Herkesin merakla beklediği, zor dayanarak geri sayımını yaptığı fragman sonunda bizlerle.
Daha önce, Alaycı Kuş'un tanıtımı için spotlar ve fragmandan görüntüler yayınlanmıştı hatırlarsanız. Açıkçası, her ne kadar kimse Alaycı Kuş'u diğer iki kitap kadar sevmese de benim seride en sevdiğim kitap hep oydu. Yani evet, Ateşi Yakalamak biraz daha farklıydı ama Alaycı Kuş serinin koptuğu yer. Kayıplar, aksiyon, gerçeklik, savaş ve tabii ki devrim. İşte tam da bundan bahsediyorum.

Hatırlarsanız, temmuzun sonunda filmin teaser trailerı yayınlandı ve ben onu gözlerim fal taşı gibi açık izledim. Bir dakikalık videodan bile çok etkilenmiştim. Eğer izlemediyseniz siz ne yapıyorsunuz diye sormam gerekiyor. Buraya tıklayıp bahsettiğim şeyi izleyin, sonra devam edelim.

Teaser inanılmaz güzel, feci güzel peki ya yeni çıkan fragmanımız "The Mockingjay Lives" nasıl?
Yani... burada Açlık Oyunları serisinden bahsediyoruz. Gerçekçi olalım. Tabii ki güzel. Fragmanın sonunu getirdiğimde tüylerim diken dikendi. Team Gale kızı olarak, fragmanda Katniss'in değilde Peeta'nın önde tutulması birazcık sinirlerimi bozmuş olabilir tabii ancak bu filmde bol bol Gale ve Finnick göreceğiz. Umarım yönetmen, Ateşi Yakalamak'taki gibi favori Finnick sahnelerimden kısıp beni çıldırtmaz. 

Bir sözümde kadroya olsun, içimde kalmasın.
Lütfen castin güzelliği önünde diz çökebilir misiniz? Jullianne Moore mu desem Natalie Dormer mı desem yoksa Philip Seymour Hoffman mı bilemedim. Bu arada kendisini çok özlüyoruz. Sam Claflin, Liam Hemsworth ve ne olursa olsun sevgimin hiç dinmeyeceği, ayılıp bayıldığım hatun Jennifer Lawrence'dan bahsetme gereği duymuyorum artık. 

Açlık Oyunları'nı içeren her şey hakkında zaten heyecanlıyım, ama Alaycı Kuş için içimde ayrı bir mutluluk var, dediğim gibi, yeri diğerlerinden daha farklı bende. Part 2 de bol bol ağlayacağımı biliyorum, bu filmde de bolca çatışma sahnesi görüp koltuklara kitleneceğiz ancak ben Finnick ve Annie sahnelerinde de göz yaşı akıtmayı düşünüyorum açıkçası. Sonunda ne olacağını bildiğimden daha da bi' darallar basıyor. 

Neyse ben daha fazla uzatmadan, kendimi de gerilime sokmadan sizi fragmana yönlendireyim. Buyurun, aşağıdan izleyin. 21.11 çabuk gelsin.


Not: Lütfen Cressida'nın kusursuzluğuna odaklanabilir miyiz? 
Not not: Lütfen Finnick'in inanılmaz tatlılığına odaklanabilir miyiz?
Not not not: Lütfen Gale'in badassliğine odaklanabilir miyiz?
Not not not not: Katniss gerçekten de 17 yaşında gibi görünüyor!

Söyleşi: Akilah/Azra Kohen


Okuduğum kitapların yaratıcıları olan, benim için bir tanrı konumunda bulunan yazarlarla iletişime geçmek benim için çok ayrı bir mutluluk oldu her zaman. Hele de beğendiğim kitapların yazarlarıyla bir şeyler paylaşmak kesinlikle bambaşka.

Bu sefer kısa bir süre önce yorumladığım, aynı zamanda çekilişini de yaptığım Fi'nin yazarı ile kesişti yollarımız. Ortaya da böyle güzel bir söyleşi çıktı...


1- Kitabın konusuyla başlayalım. Fi'nin temeli ortaya nasıl çıktı, sizi kitabı yazmaya iten şey neydi?
Çaresizlik ve ihtiyaç. Çaresizlikten doğdu Fi. İzlemek zorunda bırakıldığım adaletsizliği engelleyebilmek için o kadar çaresizdim ki nerdeyse savaşa girecektim, ve sonunda savaştığım o iğrenç şeye dönüşüp kesinlikle kaybedecektim, çünkü savaşlar savaşılarak kazanılmıyor, malesef o kadar kolay değil. Ve ihtiyaçla büyüdü Fi, çünkü yazdıkça bir terapi gibi onardım kendimi.

2- Kitapta hikayesine tanık olduğumuz birçok karakter var. Hepsi sizin hayal gücünüzün ürünü müydü yoksa karakterleri yaratırken tanıdığınız insanlardan etkilendiniz mi?
Karakterlerin hiçbiri hayal gücümün ürünü değil, malesef J Çok yakından analiz edebilme imkanı bulduğum kişilerin hikayeleri bunlar. Belki de magazin köşelerinde gördüğünüz kişilerin…

3- Pek çok yazar bazı karakterlere kendilerinden parçalar eklerler, Fi'de sizi yansıtan, sizin özelliklerinizi taşıyan bir karakter var mı?
Var ama bunu söyleyemem. Sonuçta işim gereği herkesin denge için geldiği biriyim ben J
4- Sanırım benim okumaktan en zevk aldığım bölümler Can Manay'ın ve Ada'nın bölümleriydi. Sizin gözünüzde daha yüksekte olan, yazmaktan daha çok hoşlandığınız karakter hangisiydi?
İhtiyaç içinde yazdığım için her bölüm çok ayrı bir zevk verdi diycem ama böyle ortalama cevaplar vermeyi sevmiyorum, tek bir şey söylemem gerekirse, tabii Çi’yi  katmıyorum, bu bölümleri sadece Fi üzerinden konuşursak, Özge’yi yazmak beni çok rahatlattı çünkü sonradan Çi’de neler yapacağını bildiğim için ve Pi’deki finalini, hedefe yaklaşmasını adım adım izlemek bana iyi geldi. Ama gözümde yüksek gördüğüm hiçbir karakter yok, hepsi farklılıklarıyla ayrı ayrı yüksekler.

5- Fi, ortalama bir kitaba göre biraz uzun kalıyor. Kitabı yazmanız ne kadar zamanınızı aldı? Bir yazı takviminiz var mıydı?
4 ay. Hızlı bir terapi oldu J Ama revizesi de 3 ay sürdü. Hergün Haluk’la bir araya gelip bağıra bağıra okuduk Fi’yi. İnsan kendisi için yazınca zamanın sınırlandırmasına izin vermiyor. Zaten yazacaksam hep böyle yazacağım, içimden geldiği gibi, zamansız J

6- Dışarıda biraz teşvik bekleyen bir sürü genç yazar var. Sizin onlar için tavsiyeleriniz neler?
Yazmış olmak için yazmasınlar, dünyada olmasını istedikleri değişimin kendisi olsunlar. Evren, hayat o kadar akıllı ki, siz harekete geçtiğinizde ve vazgeçmeyeceğinizi gösterdiğinizde zaten size desteğini veriyor. İnsanlar birazcık başlayıp sonra mücizeler bekliyorlar, halbuki yaptığınız şeye sadakatinizdir önemli olan. Sadakat fark yaratır. Sadece yazarlar için değil, herkes için tek bir tavsiyem var, koşullarınız ne olursa olsun, mutlaka, düzeltmek istediğiniz bir şey seçin ve hayatınızın her gününde, küçücük bir zaman verebilseniz de, o şeyi düzeltmek için emek verin. Asla vazgeçmeden. Bu gezegene tatil yapmaya gelmedik biz, hakiki insan olabilmek için burdayız, iki ayağınızın üzerinde yüryor ve konuşabiliyor olmanız sizi hakiki insan yapmıyor, hakiki insan öyle kolay kolay olunmuyor, vazgeçmeden kimlik bilinciniz üzerine çok çalışmak gerekiyor.

7- Şimdi biraz kişisel bir soru! Sizin hayatınızda Fi nasıl bir önem taşıyor? Kusursuzluğa önem veren bir kişi misiniz?
Kusursuzluğa verilen önem bireyin paralize olmasıdır. Kusursuzluk arayışına saygı duyarken, kusursuzluğa verilen önemi bir hastalık gibi görürüm ben. Çünkü deneyimi engelleyebilen bir şey kusursuzluk takıntısı. Aslında görünenin değil hissedilenin aslolduğunu ve insan geliştikçe güzellik algısının nasıl zayıfladığını deneyimledim kendi hayatımda. Bir gün Jill Bolte Taylor’ın Ted’deki konuşmasını bilgisayarımdan izlerken şöyle düşündüğümü hatırlıyorum, “Ne muhteşem bir kadın!” kelimeler ağzımdan da çıkmıştı ve yanımdakiler bilgisayarıma bakıp bu mu muhteşem demişlerdi, çünkü Taylor’ın ne anlattığını duymamışlardı. Halbuki ben Taylor’ın yaydığı etkiden o kadar etkilenmiştim ki varlığı muhteşemdi. Beyin analize açıldıkça, kombinasyonları değerlendirdikçe görüntü o kadar da önemli olmuyor. İşte o zaman Fi’yi düşüncede arıyorsun, görüntüde değil.

7- Son olarak, okurlarınıza ne söylemek istersiniz? İleride sizden nasıl eserler beklemeliler?
Okur kelimesini sevmiyorum ben, biliyorum bir kavramın adı bu, ama bence okur değil, anlayan olmalı çünkü anlamıyorsam okusam ne olur. Fark ettiklerimi fark edenlere çok teşekkür ederim. Anlaşılınca varoluyor insan. İnstagramdan herbirini de resmen tanıyorum artık J Beni anladıkları için minnettarım!

Fi, Çi, Pi’den sonra Eden çıkacak. Fark ettiklerimizi paylaşırsak daha iyi bir yaşam için şansımız var, bunun için tüm çabam, gerisi hikaye J

Saturday, September 13, 2014

Ne Okuyorum?


Daha önce bir-iki kere okumaya niyetlenmiştim Shiver'ı ama kitap sonunda hep kendini kitaplıkta bulmuştu. En nihayetinde, bu tatlı kitabı okuyorum ve umarım en kısa zamanda bitirip yorumunu yapabilirim. Heyecanlıyım çünkü kitap çok ama çok... ne? Cümlenin devamı kitap biter bitmez incelemesiyle beraber blogta!

Bol kitaplı günler...


Wednesday, September 10, 2014

İnceleme: Blood: The Last Vampire (Anime Film)


İsim: Blood: The Last Vampire
Yönetmen: Hiroyuki Kitakubo
Yılı: 2000
IMDb Puanı: 6.8



2000 yapımı olan anime Blood: The Last Vampire, gördüğümden beri izlemeyi istediğim, üzerinde büyük umutlarımın olduğu bir yapıttı. Kendisi 48 dakika, yani gayet az ve öz ancak bol bol heyecan, sır ve vampir barındırıyor. Hal böyle olunca ben de beklentimi yüksek tuttum tabii.


Anime, Saya adında, kan emici, kafa koparıcı, yarasa benzeri tuhaf yaratıkları avlayan bir kızı konu alıyor. Bir başka deyişle bir vampir avcısını. Kızımız Saya, ortaklarına biraz baş belası olabiliyor ancak o işinde tek. Saya, gelen bir görev üzerine, bir okuldaki vampirleri öldürmek amacıyla Japonya'ya uçuyor ve maceramız böylece başlamış bulunuyor.

Bu tür bir eserde en önemli şeylerden biri tabii ki aksiyon sahneleri ve bu yapıtta çizimlerin hakkı kesinlikle verilmiş. Görsellik yönünden hiçbir eksik içermiyor bana kalırsa, aynı zamanda anime, kulağımıza da hitap ediyor. Parçaları kim seçtiyse iyi bir iş çıkarmış.


Kısa film niteliği taşısa da Blood: The Last Vampire kafamızda, özellikle sonlara doğru birçok soru işareti bırakıyor. Başta bu tabii ki kafa karıştırıcı, ama merak etmeyin, cevaplarımızı alıyoruz. Ama bu soru işaretlerinin yanıtlarını yönetmen dile getirmeyi değil, görüntülerle anlatmayı tercih etmiş. Bana kalırsa bu hoş bir seçim olmuş, daha sanatsal bir çizgide ilerlemiş film.


Açıkçası, animeyi beğendim. Ancak öyle yere göğe sığdırılmayacak, açıp tekrar tekrar izlenecek bir şey değil bence. Hoş. Ama arkadaş ortamında izlenmeye gelmez mesela. Yine de otakulara, özellikle de fantastik ögelere ve aksiyona aşık olan otakulara tavsiye ediyorum. Bir göz atmaktan zarar gelmez.

Eğer animeyi çok beğendiyseniz ve daha fazlasını arıyorsanız kendisinin bir ciltlik mangası, romanı ve animeden farklı iki devam kitabı, ayrıca da 2009 yapımı bir filmi varmış. Yani etti bir manga, üç kitap, bir film. Manga ve kitap bana da hoş gözükse de bir The Last Airbender faciasına kalbim yetmeyeceği için filminin fragmanını izlemeye tenezzül bile etmiyorum. Yine de meraklısı buyursun, izlesin.

Bol sanatlı, fantastik günler!

İnceleme: Fi +Çekiliş


Kitap: Fi
Yazar: Akilah/Azra Kohen
Yayıncı: Destek Yayınları
Sayfa Sayısı: 598


Fi, deneyimin içinde kaybolmak yerine korkmadan deneyime sahip olmanın yolculuğudur. içinde bolca bulunan manipülasyon, seks, aldatma ve aldanma hikayeleri belki herkesin dikkatini çekebilir ama gerçeklerden yola çıkarak ulaşılmak istenen yerde sadece farkındalık vardır.
   Fi, güzelliğin lanetlendiği, zekanın yağmalandığı, iyinin kurban edildiği ve kasaba kurnazlığıyla yönetilen bu gezegende, içine doğduğumuz bu kutsal hayatı kutlamak için yazılmıştır. Kendi potansiyelini keşfetme cesareti gösterebilmiş gerçek kişilere, çatlama cesareti gösterebilmiş tohumlara adanmıştır.
    Bu kitap herkes için yazılmadı.
    Farkındalığın ne kadar önemli olduğunu, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, doğduğumuz andan itibaren olmamız gerekenden uzaklaştırılarak prototip bir toplum yaratığına dönüştürülmek için işkencelere maruz kaldığımızı, bu insansı hayvanın 'kişi' olabilmek için varlığı adına yapması gereken en önemli şeyin, kendini gündelik yaşamdan koruyarak bireyselliğini keşfetmesi gerektiğini, kutsal 'merak'ımızın kendi potansiyelimiz dışında her yere yöneltilerek zehirlendiğini, asıl değerli olanın bizim için önemsizleştirilmeye çalışıldığını fark etmiş ya da fark etmeye hazır herkes için yazıldı, gerisi hikaye.