Wednesday, May 29, 2013

Ben Şu Sıralar... #3

Yoğun haftalar geçiriyorum; eve geç geliyorum, sabah erken kalkmak zorunda kalıyorum... Yine de bu sıkışıklık ne kitap okumama ne film izlememe engel!

...Ne Okuyorum?




Vampir Akademisi'nin beşinci kitabı Ruh Bağı'nı bitirmek üzereyim. Sona yaklaşıyorum, bir yandan üzülsem de yerinde bir kesiş olacak diye düşünüyorum. Yorumum tabii ki kitap biter bitmez blogta. Adrian ve Dimitri ile geçirdiğim saatlerin tartışmasını yapacağım(!)






...Ne İzliyorum?




Bayılıyorum bu adamlara. Bir türlü gerçekleştiremediğim hayat felsefemi yaşıyorlar. Yani gerçekten, adamlar yaşıyorlar. Dertleri yokmuş gibi; tek yaptıkları eğlenmek. Tabii eğlenmekten kastınız bazen sınırları aşabiliyor... Tamam, gerçekten. İzlerken midem bulandığı oluyor. Geçen hafta arkadaşımda kaldım ve gece birde eve geldiğimizde içtiğimiz  Macchiato'dan dolayı midemiz bulanıyordu. Ve biz ne yaptık? Oturup dörde kadar Jackass The Movie ve 3D izledik!  Lütfen denemeyin.



Birkaç gün önce Jennifer Lawrence aşkım tuttu ve oturup tekrardan izleyeyim Silver Linings Playbook'u dedim. Ve ben Bradly Cooper'ın oynadığı hiçbir filmden sıkılmam. Filmi izlerken oyunculukların derinliğinde boğuldum. Son zamanların en iyi filmlerinden biri olduğu açık bana kalırsa. Görüntüler, müzikler, replikler, oyunculuklar... Robert De Niro'dan bahsetmeme gerek yok sanırım? İzlemeyen kalmasın.

Bütün animasyon severlerin izlemesi gereken bir film: Spirited Away. Kafa karışıklığı, "O ney yaa?" tepkisi

vermeyi seven herkes bayılacaktır. Tuhaf hayaletlerle, değişik bir kurguyla IMDB puanını sonuna kadar hak eden bir film. Ponyo'dan sonra yapımcının her filmini izlerim demiştim zaten. Yine güzel çizimler, yine yüzde sevecen bir ifade... Kalbimi kazandı.







Korku filmi sevenler; toplanın! Süper bir film getirdim.
Nasıl olacağından emin değildim. Yani adına bakınca, "The Blair Witch Project? Pfff, cadı filmi mi yiaa" gibi bir tepki verilebilir ama sakın önyargılı olmayın. Filmimizin konusu şöyle: Üç öğrenci; Heather, Mike ve Josh Blair cadısı hakkında bir belgesel çekmeye çalışıyorlar. Araştırma yaptıkları ormanda beklenmedik şeyler olduğunu söylememe gerek yok sanırım.
Korktum. Gerçekten korktum. Tabii korkmamın nedeni şöyle bir salaklığım da olabilir; filmi gerçek sandım. Filmin başında yazdığı üzere, film bir proje. Ve IMDB sadece oyunculara bakan ben karşısında kendi ismini görünce kişilerin gerçek olduğunu sandım kısa bir an. Hatta "Bu nasıl bir olay olmaz? Yüzyılın en büyük olayı bu!" şeklinde bir şey söylemeye hazırlandım. Gerçek değil; ama oyunculuklar gerçek olacak kadar güzel kılmış olayı. Ucuz korku filmlerinden sonra iki el kamerasıyla neler yapılıyor görün. Zaten el kamerasıyla çekilen filmleri sevmişimdir hep (bkz: REC), bu da bir artı oldu. Gerçekten ürktüm filmde. Ve ne saçma sapan yaratıklar vardı ne de kilişeler. 1999 yapımı ama şimdiki filmlere kıyasla çok daha iyiydi. Korku filmi aşıkları varsa izlemeli.

Bir başka korku filmiyle devam ediyorum, ama bu o kadar sevilmedi. The Blair Witch Project'in aksine senarist kilişelerden başka bir şey işlememiş. Tebrikler. Tipik bir Exorcism filmi The Possession. Aslında ben Exorcism filmlerini severim, katolik kilisesi olayları, şeytan çıkarma gibi şeyleri ilgi çekici buluyorum. Ama film var film var. Filmin fragmanını izleyince "Budur, izlenir." dedim ama gelin görün ki yönetmen her şeyi fragmana koymak için çekmiş gibi. O kadar hızlı gelişti ki her şey anlayamadım. Karakterlerin duygularına turbo takılmış gibi bir kızıyorlar ardından hemen sevecenlik. Filmde bir sürü bırakılan yer de vardı. Bazı şeyler çok gereksizdi. Ha bir de bahsetmeyi unuttum, filmde farklı olan tek şey olayın Yahudilikle ilgili olması. Ki Yahudilerin filmde saçma gösterildiğini düşünüyorum. Asıl her şeyi bilen adamın konuşması falan. Yapmacık. Filmde güzel sahneler yok da değil. Tumblr'ı olanlar kesin görmüştür, boğazdan çıkan iki parmak, ele saplanan çatal vs. güzel sahnelerdi ama hiçbir değeri kalmadı. Filmin sonunu zaten biliyorsunuz, yani tipik son işte. Spoiler vermek istemiyorum yine tabii ki ama izlemeyenler bu cümleyi atlasın çünkü söylemeden edemeyeceğim; sonunda çıkan yaratık tam bir Gollum değil miydi? Korku filmi tamam ama gözlerimden yaş geldi gülmekten. Yapmayın.
Filmde en kötü yer ise kesinlikle asıl konu olan şeytanın içine girme görüntüsüydü. Sinema tarihi böyle kötü sahne görmedi. O gözler, o beden neydi öyle arkadaş. Yapmacıklığın dibine vurmuşlar.
Ben fazla yerdim filmi ama isteyenler bir şans versin tabii. Yine de exorcism izlemek isteyenler The Devil Inside, The Exorcism of Emily Rose izlesin derim.




Huh. Ne çok film izlemişim ama. Yaz yaz bitmiyor. Bir komedi-dram filmiyle devam ediyorum yazıya. It's Kind of a Funny Story. Sevildi. Zach Galifianakis'i değişik bir rolde görmek tuhaftı tabii; ama adama dramatik rollerde yakışıyormuş, öğrendik. Filmde, genç bir oğlanın intihar isteğini görüyoruz önce. Değişik bir girişinin olduğunu da söylemem gerek. Çocuk intihar edeceğini düşündüğü için hastaneye gidiyor ve kendisine bir müdahale yapılmasını istiyor; ilaç verilmesini. Beklediğinden farklı şekilde, birkaç gün boyunca hastanede kalmak zorunda bırakılıyor. Deliler bölümü. Tanıştığı değişik insanları ve oradaki psikolojiye tanık oluyoruz. Umut hiç dinmiyor ve yüzümüzden gülümseme düşmüyor.



Önyargılar, önyargılar... peşimi hiç bırakmıyor. Project X. Filmden nefret etmeyi bekliyordum. Tipik bir Amerikan parti filmi, gereksiz, fazla sexs, uyuşturucu.... Nitekim film öyleydi de. Üç ezik arkadaş (aralarından biri nerd, biri aşırı çapkın ve kurnaz olmak zorundadır) bir parti düzenlerler. Tipik. Ama beklenenin aksine, fazla eğlenceli. Yani gerçekten, kendi kulvarında farklı bir filmdi. Ve yaşanılan parti gerçekten olağanüstü. Şöyle diyorsunuz başta, "Babasının arabasına bir şey olacak, etrafta eşyalar parçalanacak, sonra bir günde her şey toplanacak ve annesi en son videoyu görecek" öyle olmuyor. Ve eve verilen hasar, aklınızın alabileceğinden büyük. Ah, nasıl sondu öyle! Çok sevdiğim Hangover'ın yönetmeninden, yine bir el kamerası temalı film. Dünyanın en büyük partisi. İyi seyirler dilerim.





Pitch Perfect. Bugün izlediğim bir film, adam gibi gibi bir komedi filmi beklerken umduğumu bulamadım bu sefer. Fragmanı izlememiştim, filmi de sadece internette dolaşan repliklerden biliyordum. Ve söyleyebileceğim tek şey: Never trust internet teenagers. Filmin konusu Disney filmi gibiydi. Sadece biraz daha açık saçık ve küfürlü. Gerisi tamamen kilişe. Her yerde kilişe. Thats enough kilişe.
 Fat Amy denen karakterin Zach Galifianakis'in canlandırdığı tipik Hangover karakteri gibi olması beklenmiş, özenti bir karakter olmuş. Zaten bütün karakterler yaratıcılıktan uzak. Filmde tebessüm ettiğim birkaç yer oldu sadece. Öyle kahkaha attıracak bir film beklemeyin. Filmde sevdiğim yerler tabii ki müzik içeren yerlerdi. Ama filmin tamamı tahmin edildik ve sıradandı. Yine de çok sıkılırsanız boş bir gününüzde izleyebileceğiniz tarzda. Yine de bir komedi filmi için ilk tercihiniz olmasın.




The Imposter. Ne filmdin sen öyle? İlk önce filmi bulma hikayemi anlatmak istiyorum: Film daha Türkiye'de yeni vizyona girdiği sırada Dream Tv'nin Popcorn'un da yanılmıyorsam fragmanını görmüştüm. Ve demiştim ki "Ben bu filmi izlemeliyim." Ama fragmanın tamamını görmemiştim ve filmin adını hatırlamıyordum. Tek kelime vardı: Hayat. İnternette günlerce aradım, bulamadım. Hayat deyince karşını yüzlerce film çıkıyor zaten. Neyse. İstanbul'da abimle sinemaya gidecekken cinemaximumun sitesinde gördüm filmi. Sadece iki yerde oynuyordu. Filmin adı Hayat Avcısıymış, IMDB'de bulamamamın nedeni de içinde "Life" vb. sözcükler geçen bir isminin olmamasıymış tabii. O gün başka filme gittik, izleyemedim ama geçen gün aklıma geldi ve izleyeyim dedim. Ve film müthiş.
Dalga geçeceksiniz, biliyorum ama filmin fragmanının bir bölümünü gördüğüm o zaman ben bunun bir gerilim filmi olduğunu sanmıştım (Nitekim film boyunca fazla geriliyorsunuz) ve işin içinde fantastik ögeler olduğunu düşünmüştüm. "Çocuk eskisi gibi değildi" sözünden kaynaklı. Evet arkadaşlar, film bir belgesel şeklinde. Discovery belgesi gibi biraz, anne-baba ve olay içindeki kişi olayı anlatıyor ve sonradan çekim görüntüler ekleniyor. Aynen  böyle. Ama beklediğiniz gibi bir belgesel değil film.Tüyler ürpertici, ağzı açık bırakan, gerçek bir film bekliyor sizi. Herkesin izlemesi gerek diye düşünüyorum. Ben çok etkilendim, filmin sonunda gözlerim fal taşı gibi açılmış, uyuşmuştum. Mükemmeldi. Tek kelime.






Aslında bir de "Ne dinliyorum?" bölümü yapacaktım ama bu kadar yazıdan sonra üşendim biraz. Devamı gelecek yazıların. Umarım eğlenmişsinizdir. Siz bu filmleri izlediniz mi, izlemeyi düşünüyor musunuz? Yorum bırakmayı unutmayın!

2 comments:

  1. Çok güzel bir post olmuş.Film önerilerine ihtiyacım vardı zaten.Gidip hemen izlemeye başlamalıyım.n_n

    ReplyDelete
    Replies
    1. Teşekkürler! Yeni yazılar gelecek bunun gibi. Filmler hakkındaki izlenimlerini yorum olarak bırakmayı unutma = )

      Delete