Kitap: The 100 (The Hundred #1)
Orijinal Adı: The 100/The Hundred (The Hundred #1)
Yazar: Kass Morgan
Yayıncı: Go! Kitap
Goodreads Puanı: 3.47 (5.140 oy)
Sayfa Sayısı: 297
İNSANLIĞIN GELECEĞİ ONLARIN ELİNDE
Yaşanan nükleer felaket dünyanın sonunu getirmiş, bu büyük felaketten sağ kurtulan insanlar 300 yıl boyunca Dünya'nın yörüngesindeki bir uzay gemisinde varlıklarını sürdürmüştür.
Tükenmeye yüz tutan kaynaklarla koloniyi ayakta tutmaya çalışan yöneticiler, nüfusu kontrol altında tutmak için en sert tedbirleri almakta, hafif suçlar için bile idam cezası uygulanmaktadır. Öyle ki çocuk suçlular on sekiz yaşına geldiklerinde idam edilmektedir. Ama ölümlerini bekleyen bu gençlerin artık çok önemli bir görevi vardır. Gözden çıkarılmış genç suçlulardan oluşan 100 kişilik bir ekip, geçen zaman içinde yerleşime hazır hale gelip gelmediğini test etmek için Dünya'ya gönderilecektir.
Koloninin geleceği, onların elindedir. Bu onlar için ya ikinci bir şans ya da bir intihar görevi olacaktır. 100 ekibi farklılıklarını, geçmiş hesaplaşmalarını bir kenara bırakıp birleşmeli ve bilinmezlerle dolu Dünya'da hayatta kalmaya çalışmalıdır. Ama ihanetler, sırlar, henüz bitmemiş ve yeni başlayan aşklar bir bir gün yüzüne çıktıkça bir arada kalmaları gittikçe zorlaşacaktır.
The 100, kitapseverler tarafından heyecanla beklenen bir eserdi. Dağıtımı henüz yapıldı ve ben de Go Kitap sayesinde hemen okuma fırsatı buldum. The 100'ı merak ediyordum çünkü gerek konusu gerek kapağı etkileyiciydi; ancak bir diğer sebep de şuydu ki, herkesin kitap hakkında farklı düşünceleri vardı. Ve ben bu tarz ortada kalmış kitapları okumayı iki kat seviyorum, kendi tarafımı seçmek nedense hoşuma gidiyor.
Post-apokaliptik kurguyu fazlasıyla seven bir insan olarak The 100'ın konusu beni tabii ki on ikiden vurmuştu. Şöyle ki, nükleer bir felaketten sonra Dünya yaşanılmayacak hale geliyor ve felaketten sağ kurtulanlar yaşamlarını biz uzay gemisinde sürdürüyor. Dünya'nın yörüngesinde dönen bu uzay gemisinde, kaynak yetersizliğinden dolayı, fazla insan için yer yok. Koloniye bir kast sistemi hakim ve kolonideki birey sayısını normal seviyede tutmak için sert bir yönetim uygulanıyor. Sistemin en üst halkasında yer alanlar bile ufak suçlar karşısında ölüme mahkum edilebiliyor. On sekiz yaşını doldurmamış çocuk suçlularsa on sekiz yaşına gelinceye kadar hapishanede tutulup doğum günlerinde tekrar yargılanıyorlar.
Kaynaklar tükenmeye yüz tuttuğunda, Dünya'nın yaşanabilirliğini test etmek için yüz genç suçlu Dünya'ya fırlatılıyorlar. Yeni bir yaşama mı yoksa ölüme mi gittikleri ise bilinmemekte.
Hiçbir hücre duvarı, anıları kadar kasvetli değildi.
Olayları dört karakterin bakış açısıyla görüyoruz: Wells, Clarke, Glass ve Bellamy.
Bellamy, Dünya'ya gönderilmek üzere olan kardeşini hayatta tutmak için kargaşa yaratarak 100 kişiye katılıyor ve bu karışıklık sırasında Glass kaçarak Koloni'de kalıyor. Yani Wells, Clarke ve Bellamy 'nin gözünden Dünya'yı, Glass'ın gözünden de Koloni'yi görüyoruz. Daha fazlasını anlatmayacağım, çünkü bir yerden başlayınca anında spoilera doğru gidecek bir olay örgüsü hakim romana.
Konu itibariyle fazlasıyla ilgi çekici bir yapıt The 100. Yazarın üslubu sade ancak basit ya da özensiz değil. Kitap, sürükleyici bir anlatıma sahip; özellikle ilk iki yüz sayfa nasıl geçti anlamadım.
Kitapta bol bol entrika, aşk ve trajik olay var. Her bölümde, yazar karakterlerin geçmişine dönmüş ve bize yaşadıkları önemli olayları aktarmış. Ben bu tekniği tuttum, bana kalırsa bu karakterlere daha yakın olmamızı sağladı ve olayları daha iyi kavradık.
Şu ana dek Bellamy'nin Dünya'da en çok hoşuna giden şey de buydu: Belirsizlik.
Romanda etkileyici olaylar var, fazlaca dram görüyoruz; yavan dramdan bahsetmiyorum. Kardeş sevgisi, aşk, fedakarlık, yapılan hatalar ve kayıplar. Yazar bu konuda iyi iş çıkarmış, ancak...
...kitabın asıl temelinin iyi açıklandığını düşünmüyorum. Örneğin Koloni'deki yaşam hakkında biraz daha bilgi verilseydi ve kast sisteminin neden, nasıl oluştuğunu açıklansaydı daha iyi olabilirdi. Ve tabii ki dünya hakkında daha fazla şey anlatılsaydı. Kurgu zaten buna dayalı: gezegen ne halde, ne olmuş, durumu nedir? Ama bunlara büyük ihtimalle ikinci kitapta değinilecek. Çünkü kitabın sonlarında yazar bunun sinyalini verdi ve iyi de bir kapanış yaptı. Yani birazcık giriş niteliğinde bir kitap olduğundan bunu görmezden gelmek gerek diye düşünüyorum birazcık; ama fazla da değil.
Kırık bir kalbi iyileştirecek kadar güçlü bir ilaç yoktu.
Ne var ki, görmezden gelemeyeceğim bir şey var, o da dünyaya inen kişi sayısının yüz değil on gibi gösterilmesi. Yüz kişi arkadaş. Yüz. Bildiğiniz yüz kişi var ve kitapta bunun onda biri kadar insan varmış gibi davranıldı. Karışıklıklar, çatışmalar, kaynak sıkıntısı yine gösterildi ama yüz biraz abartı bir sayı ve ben bu sayıyı kitapta hissedemedim.
Bundan başka bir sıkıntı yoktu sanırım. Belki bir de karakterlerin duyguları bize biraz daha keskin olarak aktarılabilirdi.
Güzel karakterler (her ne kadar Wells'i i hiç sevmesem de), dramatik olaylar ve temelinde gayet hoş bir kurgu var The 100'ın. İkinci kitabından fena halde umutluyum. Kitabı okurken keyif aldım, türüne göre güzeldi bence. Belirttiğim noksanlar dışında da pek bir eksisini bulamadım. Sürükleyici, distopik bir roman arıyorsanız öneriyorum. Yine de bir giriş kitabı niteliğinde olduğunu, beklentiyi en yüksekte tutmamakta fayda olduğunu hatırlatayım.
Güzel karakterler (her ne kadar Wells'i i hiç sevmesem de), dramatik olaylar ve temelinde gayet hoş bir kurgu var The 100'ın. İkinci kitabından fena halde umutluyum. Kitabı okurken keyif aldım, türüne göre güzeldi bence. Belirttiğim noksanlar dışında da pek bir eksisini bulamadım. Sürükleyici, distopik bir roman arıyorsanız öneriyorum. Yine de bir giriş kitabı niteliğinde olduğunu, beklentiyi en yüksekte tutmamakta fayda olduğunu hatırlatayım.
Bellamy, iç geçirerek arkasına yaslandı ve gözlerini kapattı; onun, uykuya dalmadan önce düşüneceği son insan olmaması için ne kadar zaman geçmesi gerektiğini merak ediyordu.
Bu arada, kitabın bir de dizisi varmış. Fragmanı izledim, birkaç da yorum okudum, açıkçası izleyip kendime eziyet etmek istemiyorum. Glass gibi bir karakteri yok etmişler, Clarke'ı şaşkaloz baş karaktere çevirmişler, kafalarından saçma sapan bir senaryo uydurmuşlar falan. Oyuncular da iyi değil. İzlemeyi düşünmüyorum, izleyeniniz varsa da dizinin kitapla pek alakası yokmuş, bildireyim.
Son not, kitabın basımı çok güzel olmuş. Orijinal kapak kullanımı, baskı kalitesi ve sayfaların sağlamlığı beni etkiledi. Çeviride de bir sıkıntı göremedim.
Sonlandırıyorum artık yazıyı, zaten uykusuzluktan ölmek üzereyim. Ben kafamı yastığa koyup "hangi kitabı okusam ki?" diye düşüneceğim, size bol kitaplı, özgür günler!
No comments:
Post a Comment