Jonathan Rhys Meyers'a olan hayranlığımı bilmeyen kaldıysa ayıp. Evet, itiraf ediyorum; diziye sırf onun için başladım. Pişman da olmadım.
Eh, tabii sadece ilk bölümden size bütün dizinin analizini çıkartamam. Ama bölüm, hiç ilk bölüm gibi değil; gayet de dolu dolu. Dövüş desen dövüş, kan desen kan, görsellik desen görsellik... Bir de karizmatik oyuncular olunca baya iyi olmuş Dracula. Acaba diyorum gözlerim sadece Jonathan'ı gördüğünden mi böyle ama yok yani. Kıyafetler, dekorlar oldukça göz doldurucu.
Bir de ileride azıcık daha dehşet görürsek süper bir şey olur bu dizi, inanıyorum.
Konusunu açıklamaya pek gerek duymadım ama kısaca şöyle başlıyor hikaye, 1881 yılında, kana susamış Dracula uyanıyor ve Londra'da, Amerikalı bir sanayici kimliği arkasında Ejder Tarikatı'ndan intikam almaya çalışıyor. Ben biraz daha tüyo alıp öyle başlayayım diyorsanız diziye yazıyı okuduktan sonra buradan fragmanını da izleyebilirsiniz.

Yazıya bakıyorum da her taraf Jonathan. Biraz da diğer oyunculardan bahsedeyim (ne kadar mümkünse). Tanıdık yüzlerden Oliver Jackson-Cohen, Jessica De Gouw, Thomas Kretschmann var. Ben Miles ve Miklos Banyai ise yeni tanıştığım iki isim. Kadro güzel olmuş bana kalırsa. Jessica'yı Arrow'da da sevmiştim zaten. Şimdi tek dileğim dizi iptal edilmesin.
Sonuç olarak Jonathan aşkımı okudunuz. Bir şarkı söylese de mutlu olsam. Nesi özel bu oğlanın, derseniz de buradan alayım sizi. Sonra da buraya uğratayım.
No comments:
Post a Comment