Friday, October 25, 2013

İnceleme: Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın



Kitap: Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın
Orijinal Adı: Extremely Loud and Incredibly Close
Yazar: Jonathan Safran Foer
Yayıncı: Siren Yayınları
Goodreads Puanı: 3.98 (180.240 oy)
Sayfa Sayısı: 366

“Göz kamaştırıcı fikirlerle dolu, zeka fışkıran bir roman.” – The New York Times

11 Eylül'de babasını kaybeden Oskar, birkaç sene sonra mavi bir vazonun içinde bir anahtar bulur… Anahtar babasına aittir ait olmasına da, New York şehrindeki 162 milyon kilitten hangisini açmaktadır?

Amerikalı yazar Jonathan Safran Foer, Günther Grass'ın Teneke Trampet'inden, Paul Auster'ın Ay Sarayı'ndan ve Italo Calvino'nun yazınındaki muzip dinamizmden izler taşıyan Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın'da insanlık deneyimini şaşırtıcı tesadüfler, derin acılar, büyük yalnızlıklar, iç içe geçmiş hayatlar ve sınırsız bir yaşama sevinci merceğiyle konu ediyor. Amerika'da büyük ilgi gören ve ses getiren roman, akıcı dili, zengin anlatımı ve çığır açan tekniğiyle içinde yaşadığımız zamanların bir klasiği.

“Azıcık öpüşebilir miyiz?” dedim.
“Pardon?” dedi ama yüzünü geri çekmedi. “Benim sizden hoşlandığım gibi, sizin de benden hoşlandığınızı görebiliyorum.” “Bence iyi bir fikir değil bu,” dedi. Hayal kırıklığı 4. Neden, diye sordum. “Çünkü ben kırk sekiz yaşındayım, sen ise on iki,” dedi. “E?” “Ve evliyim.” “E?” “Ve seni tanımıyorum bile.” “Beni tanıyormuşsunuz gibi gelmiyor mu size yani?” Yanıt vermedi. “Kızaran, gülen, dine inanan, savaş açan ve dudaklarıyla öpüşen tek hayvan, insandır,” dedim. “Yani bir bakıma, ne kadar çok dudaktan öpüşürsen o kadar çok insansın demektir.” “Ya daha çok savaş açarsan?” Bu sefer yanıt veremeyen bendim. “Sen tatlı bir çocuksun,” dedi. “Delikanlı,” diye düzelttim. “Ama bence bu, iyi bir fikir değil.” “İyi fikir olmak zorunda mı?” “Bence zorunda.” 

“Hiç değilse bir resminizi çekebilir miyim?”

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, kayıplara, arayışlara, insan ilişkilerine, yalnızlığa, kalabalıklara, acıya ve coşkuya, içinde yaşadığımız şehirlerin labirentlerine, asla adresine ulaşamayan mektuplara, gece yarısı anlatılan masallara, rüyalara ve gerçeklere, söylenen ve asla söylenememiş sözlere dair çarpıcı, eğlenceli, sürprizli ve birazcık da sihirli bir roman. 

“Foer okurun elini insanlığın ve insan ilişkilerinin üstün güzelliğinin tam kalbine yerleştiriyor. Okuyun, hayatın nabzını hissedeceksiniz.” – 
Philadelphia Inquirer




"Geçmişe ihtiyacım yok, diye düşünüyordum bir çocuk gibi. Geçmişin bana ihtiyaç duyabileceği aklıma gelmemişti."

Kelimelerimi yitirdiğim bir zamana nadir rastlanır ve bu nadir zamanlardan biri de hiç kuşkusuz bu kitabı bitirdiğim an oldu.

"...yaşamak zorunda olmamız fenaydı ama asıl trajedi tek hayat yaşamak zorunda olmamızdı çünkü iki hayat yaşayabilseydim birini onunla geçirirdim."

Kitap tek kelimeyle olağanüstüydü. Yazara hayran kaldım, bir o kadar da kıskandım. Yirmi sekiz yaşında, böyle önemli bir edebi eser verebilmek herkesin harcı değil gerçekten. Kitaptaki fotoğraflar, kullanılan teknik, yazarın üslubu ve konu bir kitap için fazlaydı diyebilirim. "Umarım yaşıma hitap eder" diye başladığım kitabın beni zıvanadan çıkarması, ağzımı açık bırakması, kitabı düşündüğümde sebepsiz yere gözlerimi doldurması ve son otuz sayfasında hüngür hüngür ağlatması, Oskar'ın babasıyla ilgili olan her cümlede ellerimin titremesi beklenmedikti. Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın unutamayacağım kitaplardan biri olmayı başardı. 

"Çok fazla hissediyorum. Sorun bu."

Kitap nereye giderse gitsin, hakkında yazılmış olan övgü dolu eleştirilerin ne kadar doğru olduğunu daha henüz ellinci sayfadayken kavradım. Yazarın inanılmaz düşünceleri, altını çizmeniz gereken cümleleri vardı. Genç yaşına ve henüz ikinci eseri olmasına rağmen nasıl bir kitap yazılması gerektiğini çok iyi bir şekilde kavramış Foer. Ele aldığı konu müthişti.

"Buhran." "Babam." "Baban buhranın nedeni mi, çözümü mü?" "İkisi de."

Arka kapakta "11 Eylül'de babasını yitiren Oskar..." diye başlayan cümleden biliyordum bu kitabın gözlerimi dolduracağını. Nedense 11 Eylül'le ilgili anlatılanlara karşı aşırı bir hassasım. Yazar, "Ohh, buradan da ver ajitasyonu, şurada da ağlatayım" gibi bir şey düşünmeden yazmış, belli; ama anlatılanlar o kadar saf, o kadar gerçek ki etkilenmeden edemiyorsunuz. Bir de tabii 11 Eylül'den girip, Hiroshima'ya değinip, Dresden Bombardımanı'ndan çıkınca bünye pert oluyor.

"Hiçbir şeyi özlediğin bir şeyden daha fazla sevemezsin"

Bu kitap öyle okuyup okuyup ağlayayım, tarzı bir roman değil. Kitapta bizi fazlasıyla zeki olan ve baba özlemi çeken Oskar karşılıyor. Bir anahtarın bulunmasıyla başlayan macera, kitapta anlatılan tek hikaye değil. Oskar'ın babaannesinin ve dedesinin de hikayelerine tanık oluyoruz. Yazarın değişen tarzı ve akla hayale sığmayan fikirler arasında kaybolup geliyoruz. Eski yıllara ait mektuplarla, Oskar'ın çevresindeki insanlarla bir sürü farklı hayata tanıklık ediyoruz. Özellikle babaannesi ve dedesinin hikayeleri çok özeldi. Yazar zekasının ne kadar parlak olduğunu gösterebiliyor rahatlıkla.

"Doğan her şey ölmek zorundaydı ki bu da hayatlarımızın gökdelenlere benzediği anlamına geliyordu. Duman farklı hızlarda yayılıyordu ama sonuçta hepsi yanıyordu ve bizler içlerinde sıkışıp kalmıştık."

Yazıyı daha fazla uzatabilsem, uzatırım. Ancak başta dediğim gibi, kelimelerimi yitiriyorum. Cümlelerim yetmiyor anlatmaya. En sevdiğim on kitap arasında kolayca gösterebileceğim, Goodreads'te altı puan vermeye çabalayacağım bir kitaptı işte. Mutlaka okuyun. 

Ufak bir not: Bu etkileyici kitabın bir de iki Oscar adaylı filmi var. Hafta sonuna izlenmeyi bekliyor. 

1 comment:

  1. Yorumun çok güzel, blogunu da yeni keşfettim. Artık favori bloggerım sensin :D

    ReplyDelete