Monday, January 19, 2015

İnceleme: Alaska'nın Peşinde/Looking For Alaska



Kitap: Alaska'nın Peşinde
Orijinal Adı: Looking For Alaska
Yazar: John Green
Yayıncı: Pegasus Yayınları
Goodreads Puanı: 4.18 (486.629)
Sayfa Sayısı: 320


İlk içki, ilk şaka, ilk dost, ilk aşk, son sözler...


Miles Halter, ünlülerin son sözlerine bayılan, sıradan bir gençtir. Evindeki güvenli hayata katlanamadığından François Rabelais'nin ölmeden hemen önce "Büyük Belki" olarak betimlediği bilinmezin ne olduğunu bulabilmek için yatılı okula yazılır. Onu Culver Creek Lisesi'nde, aralarında Alaska Young da olmak üzere pek çok şey beklemektedir. Zeki, komik, son derece seksi ama bir o kadar perişan halde olan Alaska, Miles'ı kendi labirentine sürükleyecek ve "Büyük Belki" arayışında ona yol gösterecektir.

Michael L. Printz Ödülü'ne layık görülen Alaska'nın Peşinde, bir hayatın başka bir hayat üstünde ne kadar kalıcı izler bırakabildiğini muhteşem bir dille anlatıyor. Pek çok ödül sahibi John Green'in bestseller olan bu kitabı, çağdaş kurgu kitaplar arasında çığır açan yepyeni bir ses.






İtiraf etmem gerekirse, son zamanlarda "John Green abartıldığı kadar var mı?" diye düşünür olmuştum. Evet, Aynı Yıldızın Altında'yı gerçekten çok beğenmiştim ve okurken nasıl hissettiğimi hala hatırlıyorum; ama nedense herkes An Abundance of Katherines(İlk Aşk) hakkında olumsuz şeyler söyledikten ve "John sürekli kendini tekrarlıyor" dedikten sonra, hala nedensiz şekilde rafta bekleten Alaska'nın Peşinde'yi okumam gerektiğini fark ettim. Yazar hakkındaki düşüncelerimi kesinleştirmem lazımdı.

Son düşünce: Hayranlık.

Öncelikle kitabın konusundan bahsedeyim biraz.
Önce, Miles Halter, "Büyük Belki"yi aramak adına, Florida'dan ayrılıp Alabama'daki bir yatılı okula gider. Yeni okulu, ona bir sürü ilki yaşatacaktır ve "Tıknaz" olarak anılan Miles, aralarında Alaska Young adlı bir genç kızında bulunduğu bir arkadaş grubuna dahil olacaktır.
Sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

"Bir şeylerin parçalanmamasını dilemeyi bıraktığınızda, parçalandıklarında acı çekmeyi de bırakırsınız."

Alaska'nın Peşinde, kurgu itibariyle hiç beklediğim gibi bir şey çıkmadı ve bu da çok güzeldi. Kitap beni gülümsetti, eğlendirdi, düşündürdü, ardından da hüzne boğdu. Okurken a'dan z'ye bütün duyguları yaşadım ve her ne kadar başlarda karakterlere çok ısınamasam da çok geçmeden kitapla aramda kırılması zor bir bağ kuruldu.

John Green, kelimelerin hakkını vermiş. Kurmuş olduğu cümleler ve ortaya koyduğu cümleler gerçekten etkileyiciydi. Yaratıcı fikirler ve kendine özgü tarzı olan karakterleriyle, kitabı okurken ciddi anlamda sayfaların bana bir şeyler kattığını hissettim.

Tanrım, oturup ne yapacaklarını anlatan o insanlardan biri olmayacağım. Sadece yapacağım. Geleceği hayal etmek, bir nevi nostaljidir. Bütün hayatını labirentte mahsur kalıp bir gün oradan nasıl çıkacağını, bunun ne kadar müthiş olacağını düşünerek geçirirsin ve geleceği hayal etmek devam etmeni ama bunu hiç yapmamanı sağlar. Geleceği yalnızca o andan kaçmak için kullanırsın.

Kitap Önce ve Sonra olmak üzere iki bölüme ayrılıyor. Önce kısmı keyifliydi, hoştu ama insanların romanı neden bu kadar olay haline getirdiğini anlamamıştım. Potansiyeli vardı ama sürekli olarak, "nereye varacak ki bu kitap?" diye düşündüm. Ve hikaye giderek güzelleşti. Sonra bölümü, beni resmen sarstı, parçaladı, yerle bir etti. Son cümleleri okurken kalbimden bir şeyler söküldüğünü hissettim. Bir yerde, kitabın beni depresyona sürüklediğini bile hissettim. Bu kadar beğeneceğimi hiç tahmin etmemiştim, ama olayların ve Miles'ın iç dünyasının saflığı içimi acıttı resmen. Boğazımda bir yumruyla okudum.

Alaska'nın Peşinde, bana bir kez daha John Green'i sevmeyi öğreten, altını çizerek okuduğum, gerçekten beğendiğim bir roman oldu. Neden daha önce okumadım diye düşünsem de her şeyin bir yeri ve zamanı varmış işte. Şimdi gidip, kendi "Büyük Belki"lerimizi arama zamanı.

Başka kitaplarda görüşmek üzere...






No comments:

Post a Comment