Friday, November 22, 2013

İnceleme: Ateşi Yakalamak (Film)


Film: The Hunger Games: Catching Fire 
Yönetmen: Francis Lawrence
Oyuncular: Jennifer LawrenceJosh HutchersonLiam Hemsworth 
IMDb Puanı: 8.2


Nihayet şu başlığı atabildim. Bir yıldan geriye gün saydığımı hatırlıyorum. İflah olmaz bir Açlık Oyunları hayranı olarak taktım Alaycı Kuş kolyemi, ilk gününde izledim tabii ki. Bir gün daha bekleyecek kalp yoktu bende.

Daha önceki yazılarda da bahsetmiştim, filmin yönetmeni değiştiğinden, bir de hiç azımsanmayacak bir bütçeye sahip olduğundan dolayı ilk filme göre daha iyi bir şeyler bekliyordum. Ama bunu beklemiyordum. Gidip Francis Lawrence'ı kucaklayasım geliyor gerçekten, nasıl bir film olmuş öyle; hala şoktayım.

Görüntüler, görüntüler ve görüntüler... Her sahne bir tablo gibi olmuş. Çekim açısı, renkler, o doğallık... Resmen görsel bir şölen vardı filmin ilk saniyesinden itibaren.

Oyunculuklara diyecek pek bir şey yok zaten. Jennifer yine konuşturmuş, yeni oyuncularımız da döktürmüş. Özellikle Sam Claflin. Benim Finnick'e olan hayranlığımı bilmeyen kalmadı diye tahmin ediyorum. Kendisi en sevdiğim kitap karakteri, dünyaları verseler değişmem, dediğim biri anlayacağınız. Onun çıkığı dakika nefes nefeseydim, ilk önce şöyle bir bocaladım. Hayallerinizde yaşayan bir insanın, görsel olarak önünüze sunulması tuhaf bir his. Ama Sam'e iki dakika sonra alıştım, gözlerimi alamadım. Sevdim. Fazlasıyla. İnanılmaz. Olmuş. Daha ne kadar iyisi yapabilirdi aklım pek almıyor.

Yönetmeni daha çok sevmemi sağlayan bir diğer öge şiddetten çekinmemesi oldu. Silahlar, kanlar bu filmde çok çok daha gerçekçi ve açıktı. Yönetmen elinden geldiğince oturtmuş sahneleri. Kitapta zaten bolca vahşet görüyoruz, filmi gençler de izleyecek diye çocuklaştırmamasını beğendim.

Filmde eksiklikler var mıydı konusuna gelirsek. Atlanan bir iki şey vardı tabii, örneğin Haymitch'in galip olduğu oyun gibi. Ama film öyle bir çekilmiş ki, bu birkaç noktayı hissetmedim bile. Önceki filmde (Peeta'nın bacağı gibi) "ya bu böyle olmamalıydı" dediğim sahneler olmuştu ama bunda olmadı. Belki Gale ve Katniss'in arasındakiler biraz daha açık olabilirdi, ama hiç kafaya takmadım. Zaten çoğunlukla nefes almaya çalışmakla meşguldüm. Şu an tek düşündüğüm filme bir daha ne zaman gidebileceğim ve üçüncü filmi nasıl bekleyeceğim.

Ateşi Yakalmak'ı izlerken, bu kitaplara neden bu kadar hayran olduğumu bir kez daha anladım. Açlık Oyunları, benim için hiçbir zaman değişmeyecek bir gerçek. Hafızamdan hiç silinmeyecek. Gidin, okuyun kitapları. Sonra da filmi izleyin. Mutlaka.
Devrim başlıyor.

Thursday, November 21, 2013

Alışveriş, Kitap, Dizi ve Anime

Haftalardır sınavlardan kafamı kaldıramıyorum. Uykusuzluk, halsizlik aldı başını götürdü. Ne adam gibi kitap okuyabildim ne film izleyebildim. Anca her iki günde bir, bir bölüm dizi, bir bölüm anime izleyebildim. Neyse ki bir hafta kadar rahatım, bunun şerefine tamamen piyangodan bir alışveriş yaptım, üstüne de yeni bir kitapa başladım. Eh, daha ne olsun.

Üç Yeni Kitap


Yiyecek alışverişi diye girdiğim marketten üç kitapla beraber döndüm bu sefer de. Evde okunmayan kitaplar diz boyu, ben hala daha ne kadar kitap alabilirim diye bakıyorum. Bendeki de ayrı bir tuhaflık.

Marketten kitap almak da hiç adetim değildir, internetten ya da müdavimi olduğum kitapçılardan almak hem daha keyifli, hem de daha hesaplı. Ama asla bir markete girdim mi kitapların olduğu bölüme bakmadan çıkmam. Alışveriş arabasını alır almaz gittiğim yer dergi/kitap reyonu olmuştur her zaman. Yine aynı şekilde, koştum kitapların bulunduğu raflara. Bir indirim bölümü vardı, bakmadan geçmeyeyim dedim. Elimi rastgele bir kitaba atmamla Jonathan Rhys Meyers'la göz göze gelmem bir oldu, fena tatlı bir tesadüf. Normalde pek bu tarz tarihi kitap okuduğum görülmemiştir, ama eski İngiliz Kraliyetinin de ilgi çekici olduğu gerçeği su götürmez. Kitabın arkasını bile okumadım, ama bayıla bayıla izlediğim The Tudors dizisinin uyarlaması olduğunu biliyorum. En kısa zamanda okurum umarım, kitabı sevmesem bile Jonathan bebeğimin güzel yüzünün kitaplığımda durması yeter.

Kız ve Kurt, sürekli almak isteyip devamlı olarak ertelediğim bir romandı. Kim bilir kaç kez sepetime ekleyip çıkarttım. Kitaba bakarken yine vazgeçmek üzereydim, ancak kitap bir an çok ilgi çekici geldi ve fazla seveni olmamasına rağmen almış bulundum. Okuyup üstüne bir de filmini izlemekten pek zarar gelmez bence. Hayal kırıklığına uğratmaması dileği ile...

Romanlara göz gezdirirken kapağı Evrenin Ötesi'ne çok benzeyen bir kitap gördüm. İçimden de dedim ki, keşke Evrenin Ötesi'ni de bulabilsem şurada. Ve bir dakika sonra, bingo! Evrenin Ötesi. Her yerde tırım tırım arayıp da bulamadığım, internetten sipariş edeceğim zaman her sitede "Tükendi" yazan kitap... Aslında hardcover olarak yurtdışından İngilizce'sini sipariş etmekti gönlümden geçen ama onu da sürekli erteliyordum sebepsiz yere. Hazır bulmuşken kaçırmaya gerek yok dedim aldım. Hem de indirimli. Mis.





Hayvan Mezarlığı


Sonunda. Sonunda elime geçirebildim şu kitabı. Alalı öyle aylar yıllar olmadı ama hemen bitirip yorumlamak istiyordum Hayan Mezarlığını. Bir türlü başına oturup düzgünce okuyamıyordum, bugün dedim Deniz sen n'apıyorsun, adam gibi git oku şunu. Daha henüz seksen beşinci sayfasındayım, umuyorum ki bu bir hafta içinde bitiririm kitabı. Resmen yalama oldu elimde.

Ya ben daha önce niye Stephen King almadım soruyorum kendime. Göz kitabını okumuştum ilk, hatırlarsınız. Yazarın okuduğum ikinci kitabı oluyor bu. Stephen King herkesin gözünde mükemmeliği tescil edilmiş bir yazar, Göz gayet güzeldi ama King zekasını Hayvan Mezarlığı'nda daha iyi ortaya çıkarmış. Daha ilk sayfasından anlayabiliyorsunuz bunu.

Çeviri dışında, şu ana kadar kitapta beni sıkan bir şey olmadı. İlerde neler olacak, incelemede paylaşacağım sizinle.


The Carrie Diaries 


Sıkıntıdan ölürken kitap okuyacak halim kalmamıştı, ben de yeni bir dizeye başlayayım dedim en azından fazla kafa yormam diye. Ne zamandır aklımın bir ucunda yatan Carrie Günlükleri'ne başladım ben de. Yoğun günlerimde kendimi Austin'le avuttum anlayacağınız.

Öyle inanılmaz bir dizi değil açıkçası, ama gayet eğlenceli. Sex and the City'nin öncesi olması diziye heyecan katan bir öge.

Dizide bazı karakterler çok klişe olmuş, bazıları ise gayet yaratıcı. Olaylar da öyle. Daha güzeli uğraşılsa yapılırmış yani. Yine de tipik gençlik dizi işte, üzerinde fazla düşünmeden izlemek gerekiyor.

Daha birinci sezonu bile bitiremedim. Ama artık dizi izlemeye bile üşenir bir pozisyona geldim, yine de bu hafta biter diye düşünüyorum.

Dizi tavsiye edilir mi? Bence birinci bölümünü izlemenizden hiç zarar gelmez. Benim anlattığımdan daha mi iyi, daha mı kötü siz karar verin.



Shingeki No Kiyojin


Herkesin öve öve bitiremediği animeye de başlamış oldum. Yeni yapım olmasına rağmen, büyük bir popülerliğe kavuştu Shingeki No Kiyojin, İngilizce ismiyle Attack On Titan.

Anime dedikleri kadar var, evet. Gerçekten konu ve olaylar çok güzel işlenmiş. Ben baya sevdim. Hem orijinal bir konu, hem alabildiğine aksiyonlu, heyecanlı. Bir anime aşığı olarak nasıl sevmem yani.

Ama nedense, animenin çizimleri çok güzel olmasına rağmen arka planın fazla gerçekçi, karakterlerin fazla "çizim" olması beni rahatsız etti. Neden bu kadar gözüme battı bilemiyorum, birçok kişiden "mükemmel" kelimesini duyduğumdan kusur mu aramaya başladım nedir, ilk bölümden beri çizimine karşı bir hoşnutsuzluk duygum animenin.

Sonuçta gayet keyifli, izlenmesi gereken bir anime. Daha hala bitiremedim, ona hayıflanıyorum. Bir de not geçeyim, animenin paylaştığım afişi şu an ismini hatırlayamadığım, film afişlerini hazırlayan biri tarafından yapılmış. Çok da başarılı olmuş. Bir ara da animenin beyaz perdeye aktarılacağı dedikoduları vardı ancak hala gündemde mi bilemiyorum.



Bugünlük bu kadar. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, mutlu günler!

Tuesday, November 19, 2013

Söyleşi: Leigh Bardugo

İlk söyleşimi kitabını bayılarak okuduğum Ruta Sepetys ile gerçekleştirmiştim, (röportaj için tıklayın) Bu sefer de oldukça beğenilen fantastik roman Gölge ve Kemik'in yazarı Leigh Bardugo ile sohbet etme fırsatı yakaladım. Blog için bir röportaj gerçekleştirmeden de olmazdı tabii. Beş soruluk, kısa bir soru-cevap konuşması oldu. Çok da tatlı oldu.


Ben: Gölge ve Kemiğin konusuyla başlayalım, temel fikir ortaya nasıl çıktı, hep bu tarz bir kitap yazmak istemiş miydin?
Leigh: Fantezide, karanlık genelde bir mecaz gibi kullanılır, ancak ben eğer karanlığa gerçekçi, fiziki bir form verilirse ne olacağını merak ediyordum. Hikaye tam olarak şu soruyla başladı: "Karanlık ya bir mekansa?" Cevap Shadow Fold* haline geldi ve dünyanın diğer bölümleri de ilk fikirle büyüdü.
Ben: Pek çok yazar ana karakterlerine kendilerinden bir parça ekler, sen ve Alina arasında herhangi bir benzerlik var mı?
Leigh: Alina ve benim benzer bir mizah anlayışına sahip olduğumuzu düşünüyorum, ama bunun dışında, pek de ortak noktamız yok. Bütün karakterimde biraz ben var, fakat bana çok benzeselerdi, onlara asla zalimce bir şey yapmak istemezdim. Sadece uykularını güzelce alırlardı ve alışverişe giderlerdi.
Ben: Karanlıklar Efendisi'ni ve Malyen'i sevdim! Tanıdığın birilerinden mi etkilendin yoksa onlar senin hayal gücünün bir ürünü mü?
Leigh: Onları beğenmene çok sevindim! Karanlıklar Efendisi'ni aşık olduğum hemen hemen bütün düşmanlardan esinlendim -Ejderha Mızrağı serisinden Raistlin'den, Labyrinth filminden Jareth'den, hatta biraz da olsa birkaç Stephen King romanında beliren Flagg'den. Malyen'e gelince, onun Alina'yla olan arkadaşlığı, benim lisenin en zorlu zamanlarını atlatmamda yardımcı olan bir arkadaşlıktan esinlenildi. Ama o karakter tamamen uydurmaydı. 
Ben: Bir kitabı yazman ortalama ne kadar zamanını alıyor? Bir yazı takvimin var mı?
Leigh: Şunu öğrendim ki editörüme gönderirken içimin rahat olduğu bir taslak yazmam üç-dört ayımı alıyor. Bunun sonrasında, her bir dizi gözden geçirme üç-altı hafta arasında bir süremi alıyor -ne kadar geniş olduğuna göre değişiyor. Teslim tarihi geldiğinde programı oldukça sıkı tutuyorum. Evden ayrılmıyorum ya da fazla arkadaş görmüyorum. Bu pek dengeli bir yaklaşım değil ama bundan keyif alıyorum.
Ben: Ve son soru, Türkiye'deki okurların için söylemek istediklerin var mı?
Leigh: Gerçekten teşekkür ederim! Grisha Üçlemesi Türkiye'deki raflarda olduğu için heyecanlıyım ve aynı zamanda minnettarım, Türk okuyucularımdan haber almak inanılmaz. Umarım Ravka'ya ve Alina'nın hikayesine olan yolculuğunuzdan keyif alırsınız.
*Kitaptaki çeviri aklımda olmadığından karışıklık yaratmaması için orijinal ismiyle bıraktım

Sunday, November 10, 2013

10 Kasım 1938: Atatürk'ün SADECE BEDENEN Aramızdan Ayrıldığı Gün

Bugün yine gözlerim yaşlı, kalbimde bir burukluk var, bir köşesinde de gurur. Dudaklarımda bir yemin var, unutulmayacaksın, unutturmayacağız. Bazı kimselere, gerici zihniyete rağmen, silinmeyeceksin akıllardan, sildirmeyeceğiz. Türk gençliği var oldukça yaşayacaksın Atam, yaşattıracağız. Adın bu topraklardan hiç gitmeyecek...

Bazılarının uykusu üç dakikalığına bölünse de çalacak o sirenler. Bayraklar yine yarıya inecek.  Hasta olsa da hükumet, saygı duruşu devam edecek. Marşımız okunacak yüksek sesle, andımız devam edecek söylenmeye. 

Cumhuriyet yıkılmayacak Büyük Önder, yıktırmayacağız.

Mustafa Kemal ATATÜRK'ü özlemle, saygıyla ve gururla anıyorum.

Huzur içinde yat paşam.

Wednesday, November 6, 2013

İnceleme: Kör Kuyu


Kitap: Kör Kuyu
Yazar: İlker Balkan
Yayıncı: Altın Bilek Yayınları
Goodreads Puanı: 4.00 (2 oy)
Sayfa Sayısı: 170

Bir çocuk sahibi olabilmek için nelere katlanabilirsiniz?..

Nilgün aşksız bir evlilikte çırpınan bir kadındı ve kocası İbrahimden tek beklentisi bir çocuk sahibi olabilmekti. Yaşamı boyunca sevgiyi hiç tatmamış hiç kimse tarafından doyasıya sevilmediğinden kimseyi de doyasıya sevemeyen Nilgünün tek arzusu doyasıya sevebileceği bir evladının olmasıydı. Ancak Nilgün için bu pek de kolay değildi. Rahminde bebeğinin tutunmasına engel olan bir kusura sahip Nilgünün arayışı onu falcılardan hocalara oradan da doktorlara hastanelere taşıyacak ve sonunda istediği o çocuğa kavuşacak mıydı ?

Anne olmak için neleri feda edersiniz nelere katlanırsınız Annelik ruhunuzu nasıl bir ateşle doldurur Peki ya doğacağı kesin olmayan bir çocuk için hayatınızı ortaya koyup acılar içinde ölmeyi göze alabilir misiniz ?

İlker Balkan üçüncü romanı ile bizi hem bireysel hem de toplumsal olarak çok etkileyen bir konuya dikkat çekici bir nokta etrafında dolaşarak taşıyor. Daha ilk sayfadan okurunu saran anlatımı şaşırtıcı olay örgüsü ve yazarın güçlü dilsel kavrayışı ile Kör Kuyu okuruna sıradışı bir deneyim vadediyor..


4. Çekiliş'in Kazananları

4. Çekilişin de sonuna geldik. Bu sefer İlker Balkan'dan üç imzalı kitap hediye ettim, bir daha ki çekilişte neler olacak göreceğiz (Yakında?).

Kazananlara geleyim hemen...

Adreslerinizi üç gün içerisinde Facebook adresime bekliyorum. Tebrik ederim.
Bir daha ki yazımda görüşmek üzere, bol kitaplı günler!


Monday, November 4, 2013

İnceleme: Kitap Hırsızı/The Book Thief


Kitap: Kitap Hırsızı
Orijinal Adı: The Book Thief
Yazar: Markus Zusak
Yayıncı: Martı Yayınları
Goodreads Puanı: 4.36 (375,359)
Sayfa Sayısı: 574

Hiç Kimse Sıradan Değildir'in yazarı Markus Zusak'tan
Tüm dünyada büyük yankı uyandıran sıra dışı bir roman

"Yılın en çok beklenen kitabı. Olağanüstü... gerçekten muhteşem!"
Publishers Weekly

"Merak uyandıran, hayat dolu ve son derece ustalıkla yazılmış, nefes kesen bir roman; aynı zamanda harikulade ve sürükleyici."
The Guardian

Ödüllü yazar Markus Zusak'ın akıllara kazınacak kadar etkileyici ve şiirsel bir dille yazdığı bu roman, okuyucuya sunulan benzersiz bir hediye gibi...

"Hayatınızı böylesine derinden etkileyen başka bir kitaba daha rastlamamışsınızdır. Muhteşem!"
GoodReads

"Bu unutulmaz hikâye kalbinizi çalacak!"
The New York Times

"Güzel, felsefi bir yanı da bulunan sürükleyici bir roman...
Herkes okumalı!"
Kirkus Reviews

"Markus Zusak, zorlu bir konuyu ustalıkla anlatarak gerçek bir başarı yakalamış. Olağanüstü... tek kelimeyle harika bir kitap."
The Wall Street Journal




Saturday, November 2, 2013

4. ÇEKİLİŞ: Üç Kişiye İlker Balkan'dan Birer İmzalı Kitap

Çekilişler hız kesmeden devam ediyor. Bu sefer bir değişiklik yapıp üç kişiye, farklı birer İlker Balkan kitabı hediye ediyorum. Hem de imzalı.


Çekiliş bittikten sonra yorumlarını da blogta görebileceksiniz. Üç kişiden biri ben olmak istiyorum, diyeniniz varsa Rafflecopter aşağıda sizi bekliyor.

1 Kişiye imzalı Kör Kuyu
1 Kişiye imzalı Umut, Kadın ve Kristal Gül
1 Kişiye imzalı Tufanda Aşk Ezgileri hediye edilecektir

*Çekiliş 6 Kasım Çarşamba günü sonlanacaktır
*Kazananlar, bir önceki çekilişteki gibi rafflecopter ile belirlenecektir
*Yaş sınırı yoktur
*Çekilişe sadece Türkiye sınırları içindeki izleyicilerim için geçerlidir
*Kitapları ilk okuyan siz olacaksınız, dolayısıyla ikinci el değildir
*Kargo ücreti yayınevi tarafımdan karşılanır

*Blogumu izlemek, Deniz'in Yorum Durağı, İlker Balkan ve Altın Bilek Yayınları'nın facebook sayfalarını beğenmek zorunludur.


Katkılarından dolayı Altın Bilek Yayınları'na teşekkürler.



a Rafflecopter giveaway

Friday, November 1, 2013

Neler Oluyor Hayatta?

Bir de şu rüya gerçek olsa olsa 
Sabah olup uyanınca her şey aynı kalsa... 

Beni unuttun sanmıştım 
Bir de baktım ki işte orda orda 
Anladım ki çok yanılmışım beni seviyormuş oysa! 


Temposu yüksek başlangıcımız ardından devam edelim. 
Blogta paylaştığım edebiyat, sinema gibi alanların bütün yenilerini yazmaya gün yetmez. Bir de zaten üşenirim. Ama aklımda yer edenleri paylaşmamak ayıp.


Önce bu aralar benim kitap dünyamda ne oluyor onu yazayım.

Yaptığım küçük alışverişi ve evde okunmayı bekleyenleri bu yazımda paylaşmıştım, bir de ne okuduğumu paylaşayım.

Pozitif bir girişle başlıyor bu kitap.

Birçok kişinin sevdiği, ödüllü yazar Markus Zusak kalitesiyle; Kitap Hırsızı.

Daha henüz yüz ellinci sayfaya bile gelemedim, ama kitaptan hoşlandım. Fazlasıyla. 

Beklediğimden çok daha akıcı bir kitap ve neler olacağını merak ediyorum, çünkü bu zamana kadar pek bir olay yaşanmadı aslında. 

Daha detaylı bir şekilde incelemede anlatacağım tabii. Nerede olduğumu takip etmek için de Goodreads adresimi yoklayabilirsiniz.




Ateşi Yakalamak'tan da yeniler var.

Filmin çıkmasına bir aydan az zaman kalmışken, son fragman, soundtrack albümü, satışa sunulacak eşyalar ve kamera arkası fotoğrafları yayınlandı. Son yirmi gün için dişlerimi sıkıyorum. İki yüzlü günlerden geri saydığımı hatırlıyorum, biraz daha dayanacağım artık.

Açlık Oyunları'ndan çok çok daha güzel olacak bana kalırsa. Yaklaşık yüz kırk milyon dolarlık bütçeyle Francis Lawrence'ın bizi hayal kırıklığına uğratmasına izin vermiyorum.

Buyurun yandaki inanılmaz güzellikteki IMAX posteri, alttaki de son fragman. Afiyet olsun.

Yeni aşkımız kim?

Haberler bitmiyor. Grinin Elli Tonu'nun beyaz perde uyarlamasında boy gösterecek Christian Grey'imiz değişti, biliyorsunuz. Artık öğrenmeyen kalmadı ama ben Jamie Dornan'ın mükemmeliyet taşan fotoğraflarını buraya koymadan edemem.

Charlie Hunnam hiç içime sinmemişti. Demiştim zaten blogta da Christian olarak düşününce kabus etkisi yarattı diye, Jamie çok yerinde bir seçim olmuş. Hayallerimdeki Grey'i bulmaları zaten imkansızdı, ne var ki kitabı okurken aklımdan hiç geçmemiş bir isim olmasına rağmen Jamie bizlerin aklını başından alacak gibi. Fakat hala kitabın beyaz perdeye aktarılmasını gereksiz buluyorum.


Bir şarkıyla girdim, başka bir şarkıyla bitireyim bari yazıyı. Hem de kitap ve film camiasından kopmadan. Biricik Jace'imizi canlandıran Jamie Campbell Bower'dan bir şeyler dinlemek güzel olabilir.