Sunday, June 30, 2013

İnceleme: Limitless




Film: Limit Yok
Yönetmen: Neil Burger
Oyuncular: Bradley Cooper, Robert De Niro, Abbie Cornish
Imdb Puanı: 7,3
Yıl: 2011


Daha önceleri bir yazımda filmi izleyip başında bırakmak zorunda kaldığımı belirtmiştim. Tekrardan izleyeyim dedim ve iyi ki izlemişim. Son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden biri kesinlikle.

Edward (Eddie) Morra, dibe vurmuş bir yazar. Kendini toparlayamıyor ve yazmış olması gerektiği kitabın daha ilk cümlesi bile yazılı değil. Ancak bir hap bütün dünyasını değiştirmeyi başarıyor.

Yönetmene sarılıp tebrik etmek istiyorum, filmin senaryosu gibi görüntüleri de inanılmazdı. Başta filme adapte olmakta zorluk çekebilir, görüntülere alışamayabilirsiniz ancak ileride çok keyifli bir hal alıyor. Yönetmen ciddi bir iş çıkarmış. Hayran kaldım izlerken.

Tabii kadro da önemli. Ve bu filmin başına gelen en güzel şey başrolde taptığım Bradley Cooper'ın yer almasıydı. Adam her şeyi güzel kılıyor zaten, bu filmde de efsane bir iş ortaya koymuş. Zaten filmde Robert De Niro'nun adının geçmesi yeter. Kendisine beslediğim sevgi de ayrıdır.

Zaten filmin başlangıcında bir, "Vay anasını" diyorsunuz. Ama ileride olan şeylere kıyasla hiçbir şey oluyor gördükleriniz. İnsan zekasının nelere kadir olduğu ortaya çıkıyor. Gerçi şimdi düşününce filmde bir-iki noksan vardı ama onları ben kaçırmış olabilirim.

Filmin etkisindeyim şu anda. Keşke benimde gözlerim birden öyle aydınlansa. İşlenilen fikir, cidden çok hoşuma gitti. Güzel bir kitap olabilirmiş diye düşünüyorum. Bir yazar benzer konudan çok iyi bir YA serisi çıkarabilir bence. Duyun sesimi yazarlar! Neyse, filmde hiç beklemediğin yerden aksiyon çıkıveriyor. Aklıma kazınan birkaç sahne vardı ki tasarlanması için acaba haplardan aldılar mı diye düşünmedim değil. Ve ve ve... filmin sonu kesinlikle muhteşemdi. Beklenmedik bir şekilde bitti, ama süper bitti. Sevdim. Çok sevdim.

Bradley'den bahsetmişken, Cilian Murphy'le ikisi film yapsalar keşke "En Güzel Gözler Bizim" diye. Sırf ikisinin gözlerini izlemek için para verirdim yani.

Aksiyonlu, gizemli, bilim-kurgu ögeli, güzel gözlü bir film izlemek isteyenlere tavsiyemdir. İzlemek istemeyenlere de tavsiyemdir. Herkes izlesin işte. Ne güzel film. Ayrıca aynı yönetmenin Uyumsuz'u çekiyor olduğunu öğrendim. İlk iki kitabı kitaplıkta bekliyor ama sizce de başroldeki kız çok kötü değil mi ya? Sırf fan artlardan biliyorum ama. Neyse. Yönetmenden The Illusionist ve Limitless gibi filmler çıktıysa kötü bir şey beklemeyin.

Limitsiz günler.




Saturday, June 29, 2013

İnceleme: DmC Devil May Cry

Oyun: DmC: Devil May Cry
Çıkış Tarihi: 15 Ocak 2013
Yayıncı: Capcom
Geliştiren: Ninja Theory
Tür: Aksiyon
IGN Puanı: 8.9
Oynanabilir: Xbox 360, PS3, PC

M for Mature: Blood and Gore, Drug Reference, Intense Violence, Nudity, Sexual Content, Strong Language


"Heaven, Hell and the brothers in between."
Fragmanı gördüğümden beri oynamak için yanıp tutuştuğum, yeni Dante yüzünden fena tepkiler alan, efsanevi Devil May Cry serisinin rebootu DmC Devil May Cry, nam-ı diğer Devil May Cry 5 nasılmış hep beraber bakalım.

Her ne kadar oyun daha yayınlanmadan tepki alsa da, ben hiç kötü gözle bakmamıştım. Büyük umutlarım vardı. Bir kere fragmanı görünce o görüntülere, deamonlara hayran kaldım. Herkes Ninja Theory seriyi batıracak diye bakarken ortaya süper keyifli bir oyun çıkartmışlar. Zaten oyun adı üstünde, reboot. Kalkıp da aynı hikayeyi bekleyemezdiniz.

İlk olarak, oyunun oynanış şekli çok güzel. PC üzerinde oynuyorum oyunu, malum, slasher türü oyunları bilgisayarda bulmak çok zor, oynaması da öyle; ancak bu oyun gayet akıcı ve rahat oynanıyordu. Devil May Cry serisini oynayanlar bilir, hareketler hiç kesilmiyor. Hem gayet iyi vuruşlar vardı hem de oynaması çok eğlenceli bu oyunda da.

Görüntülere gelirsek... kesinlikle ama kesinlikle muhteşemlerdi. Hayran hayran ekrana bakmaktan oynamayı unuttuğum bile oldu, evet. O renkler, temalar, yerler... mükemmeldi. Ayrıca her bölümde farklı temalar olması da etkileyiciydi. Görüntüler konusunda benden dolu dolu bir 10 puan kaptı diyebilirim.

Bir de, herkesin düşündüğü aksine oyunun bir HİKAYESİ VAR. Çoğu kisi hikayenin yetersiz olduğunu düşünmüş ama bence hepsi Dante'ye duyulan kinden. Bir hikaye var ve bence bu hikaye süper!
Oyunu oynarken sürekli Dante'nin annesi ve babsından bir kesit görüyoruz, ki bu dramatikti.  Ve oyunun temel konusu da iblis hükumeti ve insanların medya tarafından kontrol edilmesini durdurmak (Bizim de bir Dante'ye ihtiyacımız yok mu sizce de?) Eh, tabii biraz gerçek hayata gönderme vardı. Örneğin The Order, televizyondaki maskeli Vergil, Anonymous idi. Bizim ülkemize uyarlarsak RedHack diyebiliriz herhalde. Tabii bu temel konu, Dante'nin anne babası haricinde bir de Vergil ve Kate var. Kim demiş konu yok diye?

Değinmek istediğim başka bir şey, oyunun soundtracki daha ne kadar inanılmaz olabilirdi acaba? Müzikler olağanüstüydü gerçekten. Aradaki konuşmalara "Bir Dante değildi" diyenler çok olsa da ben aradaki esprileri oldukça sevdim. Güldüğüm çok yer oldu. Dante zaten her zamanki cool bad boy havasında idi. Evet, kendisini ilk görünce ben de dedim bu tam Amerikan oğlanı olmuş diye ama lütfen bana yeni Dante olmamış diye gelmeyin. Çünkü çok iyi olmuş.

Toplum baskısı, herkes yeni Dante'yi lanetleyince ben de bir hoşnutsuzluğa kapılmıştım ama herkesin oyunu oynayınca düşüncesi değişti diye tahmin ediyorum. Tamam, Devil May Cry 4'teki Dante farklıydı ama yenisine laf atmakta hoş bir şey görmüyorum açıkçası. Değişen sadece saç rengi miydi? Biraz. Tavırları da değişmişti azıcık. Ama bana kalırsa beş yıldızlı bir baş karakter olmuş DmC Dante'si. Kendine hayranım açıkçası. Laf sokma yeteneği ile kırdı geçti ortalığı. E tabii küfürler gırla oyunda ama olmasaydı rahatsız edici olabilirdi diyebilirim.

Şu anda hem DMC 4 hem de DmC Devil May Cry 5: Vergil's Downfall'u oynayan biri olarak diyorum, kim niye bu oyuna düşük puan veriyor, nasıl sevemiyor bu oyunu?
Şaka değil, hayatımda oynadığım en iyi oyunlardan biri olabilir. Eski Dante'nin de hayranıyım arkadaşlar. Öyle bakmayın. Ama yenisi de süpper olmuş. Nero'yu özledim tabii ama Ninja Theory'ye PS 4 için çıkarmalarını ve en yakın zamanda DMC 6 ya başlamaları için yalvarmak istiyorum, bu arada, bileniniz var mı? Yeni oyun çıkarmayı düşünüyorlar mı acaba? Bilgisi olan ne olur yorum bıraksın!

Oyunu oynamayanlar için söyleyeyim, gerçi görmüşsünüzdür fotoğraflardan ama oyunun ilk fragmanındaki Dante'den farklı bir Dante var. Oradaki 2009 yılında çekilmiş, 2013 hali Dante bu gibi. Aranızda tereddüt edeniniz varsa hemen alsın bu oyunu derim. PS 3'te de çok keyifli olduğunu belirteyim. Umarım 4'te de oynayabiliriz.

Belirteyim, oyun beklediğimden daha zordu. Ama bir kez bitirdim, ikinci kez bir zorluk seviyesi daha atlayarak bitireceğim umarım. Yarısındayım şuan. Sıkılmayacağım sanırım. Oyunu bitirince yeni kostümler ve silahlar açılıyor. Daha doğrusu görünüşleri değişiyor sadece. Beyaz saçlı Dante'yi elde edebiliyorsunuz hem. (Çocukluk fotoğrafı siyah saçlı olunca biraz tuhaf oluyor ama olsun)

Tabii ben hızımı alamadım, hemen Vergil's Downfall'u da oynamaya başladım bitirince. Onun yorumu da çok yakında. Vergil'ın tarafından oynamak nasılmış anlatacağım tabii.

Yeni yazılarda görüşmek üzere, hız kesmeden devam edeceğim. Bu arada Bloglovin'de takip etmeyi unutmayın! Buton sol üstte yer alıyor.
Siz oyunu nasıl buldunuz, oynamayı düşünüyor musunuz? Yorum bırakmayı unutmayın!




İnceleme: 28 Weeks Later




Film: 28 Hafta Sonra
Yönetmen: Juan Carlos Fresnadillo

Oyuncular Robert CarlyleRose ByrneJeremy RennerImogen Poots, Catherine McCormack, Harold Perrinea
Imdb Puanı: 7,0 (140.658 oy)
Yıl: 2007




Muhteşem soundtrack'i, güzel kadrosu, korkunç zombileri ve 28 Days Later'ın artan gerilimi ile süper bir filmdi.

Filmin başında bir "Ortasından mı başlattım acaba?" dedim. Yarısından başlatılan, mükemmel bir başlangıç yapmışlar filme. Öncelikle söyleyeyim, film başladığında enfeksiyon çoktan yayılmış. Yani başlangıcını görmüyoruz, bu nedenle 28 Days Later'ın devamı niteliğinde.

İlk filmi izleyeli bayağı oluyor, zaten 2002 yapımıydı yanlış hatırlamıyorsam. Cilian Murphy aşkımın başlama nedeni idi. İki film arasında karşılaştırma yapmayacağım tabii ki ama yıl nedeniyle görüntü olarak üstündeydi Weeks, gerçi şimdi düşününce, 2002 yılında da süper zombiler ortaya çıkarmış Danny Boyle.

Film beklediğim şeylerden farklı şeyler ortaya çıkardı, bunun çok sevdim. Bekleneni yapmamışlardı. Şoka uğradığım yerler vardı. Spoiler olmasın diye kimin kime yaptığını yazmayacağım tabii ama bir göz çıkarma sahnesi vardı ki oy dağlar dağlar.

 Askeriye olayı hoşuma giden başka bir olaydı. Askeri filmleri her zaman sevmişimdir, tabii Sniper'ın başında bizim Hawkeye, biricik Avengerımızı görünce hoş oldum. Adamın tip hiç değişmemiş yalnız.

Ne diyeyim, filmin başında Catherine McCormack'ın suratını görünce ayyy, dedim. Ben bu kadını hiç sevmem. Neyse bu filmde iyiydi. Gerçi surat ifadesi hep aynı. Değişik bir rolde görmek için can atıyorum.

Neyse, film Britanya da geçiyor. Ülke enfeksiyondan temizlenmiş ve yeniden şehirleştirilmeye çalışılıyor. Hikaye de karısını ölüme terk eden gıcık Don ve çocuklarının Londra'da buluşması ile başlıyor. Sonra olaylar olaylar. Filmin konusu da "Bir aile var zombi saldırısı oldu yarısı öldü bu kadar," tadında bir şey değil. Marjinal bir hava yaşattılar.

Patlama, gaz ve helikopter sahnesi hariç görüntüler süperdi. Onlar da yeşil ekran bilgisayar şeysi olduğu için zaten. Sonuç olarak, gerilim filmi sevenler izlesin. Zombi filmi sevenler hemen izlesin. Ama 28 Days Later ile başlamanızı tavsiye ediyorum.
Yeni yorumlarda görüşmek üzere! Zombili günler efenim.




Deniz'in Durakları

Uzun bir süredir kafamda olan fikri sonunda hayata geçireceğim. Şöyle ki, her zaman kitaptan başka şeyleri de yorumlamak istedim ve bunları "Şu Sıralar Ben..." başlığı altında yazdım. Ama artık daha kapsamlı bir şeyler yapacağım. Nasıl olacak bu? Bulağı duraklara ayıracağım. Yazdıkça üstte sayfa açacağım, anasayfada hepsini toplu olarak bulabileceksiniz. Film Durağı, Anime Durağı, Dizi Durağı ve Oyun Durağı olacak bir şey olmazsa. Kitap incelemeleri kadar kapsamlı olmayacak tabii. Biliyorsunuz, blogu güncel tutmak istiyorum ve bu aralar kitap okuma alışkanlığım biraz sıkıntıda. Yorumlayacağım kitapları bitirmek bayağı bir zaman alacağa benziyor, bir de daha önce okuduğum bir seriyi okuyorum. Zaman sorun oluyor anlayacağınız. Duraklar yakında (çok yakında) blogda yer almaya başlayacak yavaş yavaş. 
Takipte kalın!

Tuesday, June 25, 2013

Dünyanın En Şirin Yazarı, Dünyanın En Sevindirici Postası

Uzun zamandır beklediğim posta, gönderildikten tam bir ay sonra elime geçti. Nashville'den buraya bayağı bir yol kat eden güzel şeyler beklemeye kesinlikle değdi!

Ruta, postayı gönderdiğini söylediğinde içinde sadece ayraç yer aldığın biliyordum. Ama o sürpriz bir şeyler eklemeyi ihmal etmemiş. Nasıl mutluyum anlatamam.

Kırmızı bir zarftı elime ulaşan, üzerindeki pullara ise hayran oldum!

İçinden Ruta Sepetys'in ikinci kitabı Out Of Easy'nin, arkasında iki kitabın fotoğrafı da bulunan üç imzalı ayracı ve okurken ayılıp bayıldığım Gri Gölgeler Arasında'nın Soundtrack'ni ücretsiz olarak indirmek için bir kart çıktı.  (Sizce de çok güzel değiller mi?)

Ve ve ve... tatlı mı tatlı, bütün yüzümü kaplayan bir sırıtışa neden olan özel bir mektup. Çerçeveletip asmayı bile düşündüm. Bir de söylemeden geçemeyeceğim, aynı benim gibi, pek okunaklı olmayan bir el yazısı varmış. En iyi seçebildiğim Dear Deniz oldu.

Yazar ile röportajım ya bugün ya da yarın blogda yer alır (Bir aydır yarısı çevrilmiş bir şekilde bekliyor, evet). Umarım yani.
Gri Gölgeler Arasında'yı mutlaka okuyun, yorumum için de tıklayın!

Bir de son olarak, esen kalın. Yeni incelemeler, yazılar çok yakında burada. Güncel takip ve mesajlarınız için Goodreads adresime ulaşabilirsiniz.

Monday, June 24, 2013

İnceleme: Düşüş/Fallen


Kitap: Düşüş (Fallen #1)
Yazar: Lauren Kate
Yayıncı: Epsilon Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 379
Goodreads Puanı: 3.75 (165.907 oy)

Düşüş 

Alacakaranlık Serisinin bitmesine üzülüp doyamayanlar için...

Lauren Katein kusursuz yabancılarına... Meleklerine âşık olacaksınız!

Bazı melekler düşmeye mahkûmdur. Düşüşe hazır mısınız?

Luce Danielı gördüğü an tuhaf ama tanıdık bir hisle sarsıldı. Onda bilindik bir şeyler vardı. Yeni okuluna adımını attığı ilk gün onun diğerlerinden farklı olduğunu anlamıştı. Fakat Daniel anlaşılmaz bir şekilde ona karşı mesafeliydi. Luce ise pervane misali ateşe taparcasına onun çekim alanına girdiğini biliyordu. Hislerinin peşine düşüp gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıydı? Küçücük bir sır hayatlarını ne yönde değiştirecekti? Cevaplar gerçekleri anlamlandırmada yeterli olacak mıydı?

BLOG TUR: Can Dostum Yorum/Alıntılar



Kitap: Can Dostum - A Dog's Purpose
Yazar: W. Bruce Cameron
Yayınevi: Yabancı Yayınları
Sayfa Sayısı: 370
Goodreads Puanı: 4.32 (21.617 oy)
Bütün köpekler cennete gider, tabi dünyada yarım kalmış bir işleri yoksa...

New York Times Bestseller listesinde tam 52 hafta kaldı.

Köpekler hakkında bir roman, insan hayatının en derin meselesi olan “Neden buradayız?” sorusuna cevap verebilir mi?

Can Dostum, bir köpeğin birkaç farklı yaşam boyunca varlığının amacının peşinde koşmasının hikâyesi… 2006’da Ulusal Köşe Yazarları Derneği’nden En İyi Mizah dalında ödül alan ve 2011’de YILIN KÖŞE YAZARI seçilen W. Bruce Cameron’ın bu iç açıcı ve komik romanı, bir köpeğin pek çok hayatının duygusal ve eğlenceli hikâyesi olmakla kalmıyor, aynı zamanda insan ilişkilerine ve insanla en iyi dostu arasındaki kopmaz bağa köpeğin bakış açısından bir yorum getiriyor.

Muhteşem bir kitap. Hem güldüm hem gözyaşlarına boğuldum… 
Alice Walker, Pulitzer ödüllü yazar


Hayatında bir köpeği sevmiş olan herkes, bu bilgelik dolu, dokunaklı ve çok eğlenceli kitabı okumalı. 
Dr. Marty Becker, Good Morning America

Elimden bırakamadım. Bitirdiğimde, kısa süre önce ölmüş olan köpeğimin bu kitap aracılığıyla benimle konuştuğu hissine kapıldım. 
Dina Zaphiris, Animal Planet

Bir köpeğin komik, büyüleyici ve kesinlikle inandırıcı birkaç hayatının hikâyesi olan bu kitap, reenkarnasyonun olduğuna ve yazar W. Bruce Cameron’ın bundan önceki hayatında bir köpek olduğuna ikna etti beni. Başka türlü, dört patili bakış açısından hayatı, sevgiyi ve sadakati bu kadar dokunaklı bir biçimde nasıl anlatabilirdi ki?
Victoria Moran

Sunday, June 23, 2013

Uzun Bir Alışveriş Yazısı: 3 Sürpriz Alışveriş, Uyarı, Tavsiyeler ve Yakınma

Kitaplığıma üç sürpriz alışverişle yeni kitaplar taşındı. Aslında kitaplığıma demeyeyim, yazlıkta olduğumdan burada kalmış, evden getirmiş ve yeni almış olduğum kitaplarla henüz oluşan başka bir kitaplık. Odamdaki güzellikleri özledim diyebilirim.

Psikopata bağlamadan devam edeyim hemen, aslında video çekecektim bu yazı yerine ama biraz üşengeçlikten biraz da sesimin telefonda anlamadığım bir şekilde çok (çok çok) değişik çıkmasından ötürü askıya aldım. Olsun, deneme sayesinden telefonumun beklediğimden daha iyi video çektiğini öğrenmiş oldum. -Daha önce niye dikkat etmedim acaba?

İlk alışverişim tam bir hayal kırıklığıydı. Hem kazıklandım hemde hasarlı kitap aldım. Hüsranlardayım adeta. 


Bu şöyle sürpriz oldu, annem ve ablamla bir kafede oturuyorduk ve İstanbul'a gidecektik otuz dakika kadar sonra. Ben de yazlığa gideceğiz ne zaman internetten sipariş edicem, alayım bir-iki tane diğerlerini sipariş ederim sonra, diye bir koşu gittim Barlar Sokağı'na. Çanakkale'de bar-kitapçı temalı ünlü bir sokaktır. Bir önceki gün de Ben Ölene Kadarl'ı sormuştum iki kitapçıya ama bulamamıştım. Birkaç kitapçı dolaştım Aynı Yıldızın Altında için, yoktu; sonra alışveriş yapmayı tercih etmediğim, yakınlarımın da pek tutmadığı kitapçıya girdim. Bir baktım Ben Ölene Kadar! Kaptım hemen, Aynı Yıldızın Altında yine yoktu, ben de Elit'i aldım. Ah. İNDİRİM İLE BİRLİKTE 19 tl'lik iki kitabı 39 tl ye aldım -Kitapların fiyatına dikkat etmek gibi bir huyum olmadığına lanet okuyorum- Bu da yetmezmiş gibi, Elit hasarlı. Adam aldı raftan, nasıl görmedim bilmiyorum ama arkasının üst kısmı sondan elli sayfa ile birlikte çökük ve nemli. Bir de (fotoğrafta görünmüyor olabilir) kapağının üstü soyulmuş ve lacivert çizikler var. Kitapçının arada korsan kitap da sattığını biliyorum, neyse ki değiller. Uyarayım ben, Çanakkale'de oturan arkadaşlarımız varsa Ayışığı'ndan uzak dursunlar. Yola çıkmasaydım kesinlikle kitapları geri verir bir de çığırırdım orada bas bas ama Çanakkale'ye muhtemelen uzun bir süre sonra gideceğim için iş işten geçmiş gibi oldu biraz.

İkinci alışverişimi de Bauhaus'un yanına yeni açılmış, en azından benim yeni gördüğüm, gereksiz başka bir AVM olan Marmara bilmem ne'de bulunan D&R dan oldu. Neyse ki bu yüzümü güldüren bir alışverişti.  Babam Bauhaus'da bir şeyler bakarken zaman geçirmek için çizgi romanlara bakmaya karar vermiştim annemle. Yoksa girmeye tenezzül bile etmezdim, malum, boykot. Bir şey almak da içimden gelmiyordu ama normalde 75,50 liraya alacağım kitabı 15 liraya bulunca işler değişti.

İçeri bir girdim Can Yayınları 5 TL yazıyor."GEORGE ORWELL VERİN BANAĞĞĞ" diye daldım içeri, ama hiçbir kitabı indirimde değildi!! Ben de internetten ucuza alırım kamkim diye hava atarak döndüm indirim standına. Bir de ne göreyim, Oniki beş lira! Allah'ım gözlerime inanamadım. 29 buçuk liralık kitabı beş liraya almış olmanın sevinci hala yüreğimde. Oniki ve On Üç Yıl Sonra haricinde bir de annemin görüp beğendiği Sistem adlı kitabı aldım. Güzel bir şeye benziyor, konusu çok çekici bilim-kurgu, gerilim tadında gibi. Onun etiket fiyatı ise 22 TL idi. Bunun harici gözüme çarpan Susanna Tamaro'nun bazı kitapları ve almaya yeltendiğim Gölge Hırsızı idi. Dördüncü kitap hangisi olsun diye gidip gelirken üç kitapla yetinip çıktım. On beş liraya kitap alamadığımız bu ülkede üç kitap almak zor gerçekten. Can Yayınları'nın yakıcı fiyatlarından kurtulmak güzel geldi. Abim Oniki'yi mutlaka okumam gerektiğini söylüyordu, ertelemiştim hep ama şimdi okumak için can atıyorum. Bu arada abimden gelen bir uyarı var: İlk kitabı okuyanlar sakın ikinci kitabın arkasını okumasın, fazla spoiler yer alıyormuş.
Zaten en sinir olduğum şeylerden biridir, kitabın konusunu yazayım derken özetini çıkarmaları. Spoiler seven olduğu kadar sevmeyen de var sonuçta. Bloggerlar da buna dikkat etmeli bence.
Bir de hazır konusu açılmışken şu fiyatlara değinmek istiyorum. Bugün almayı çok istediğim Joker çizgi romanının fiyatını görünce gözlerim pörtledi. Kitaplar zaten fahiş fiyatlı, çizgi romanlar daha da fahiş fiyatlı. Amazondaki fiyatın dört katıyla satılıyor resmen. Soygun mudur nedir anlamadım ki? Tamam, bu birazda okuyucu oranına bağlı. Korsan kitaplar falan piyasayı bayağı bir bozuyor ama Türkiye'deki bestseller kitapların bile bu kadar pahalı olması ürkütücü. Nereye elini atsan bestseller okuyan buluyorsunuz. Hayır, basım kaliteleri iyi olsa bir şey diyemeyeceğim ama ciltli baskı bile çok az. Yurt dışında paperback'e burun kıvırıyor millet, bizim burada ciltli kitap görünce dilimiz damağımız kuruyor. Pegasus basıyor kafasına esince, yine de basıyor... Artemis de biraz ama ona cilt demek istemiyorum onun için es geçiyorum, onun haricinde en azından benim okuduğum tarzda kitaplar pek görmüyorlar cildi. Onu bırakın adam gibi kapak bile göremiyorlar.
Bunu da geçiyorum, Aynı Yıldızın Altında'yı D&R rafında görünce kalbim çarpmaya başladı. Annem "Al kızım, al kzıım..." dese de elimde fazla kitap biriktiğinden sonraya bıraktım. Ama ayracını kapmayı ihmal etmedim. Kasada bir tomar duruyor, çok da güzeller.

Bir de kitap olmayan, küçük bir alışverişten bahsetmek istedim. Annemler birkaç şey için markete girince bugün ben de direk daldım kitap ve dergi bölümüne. Ve ne aldım? Penguen'in yeni sayısını! Neden yazdım? Çünkü kesinlikle sen de okumalısın!
 
Hem çıkartmasına bayıldım hem de içeriğine. Son zamanlarda okuduğum en keyifli Penguen olmuş bana kalırsa. Bir Gezi Penguen'i olmuş tabii. İki TL ye bilinçlenmek isteyen varsa, tavsiyemdir. Direnişe devam.


Sonuç olarak, kitaplar rafta bu şekilde yer buldular,
Okuduğum Düşüş'ten sonra muhtemelen Ben Ölene Kadar'a geçeceğim. Onun ardından ne gelir bilemiyorum. Düşüş ile ilgili küçük notlarımı Goodreads'ten takip edebilir, görüşlerinizi yorum olarak bildirebilirsiniz.
Esen kalın!


Not: Ne çok yazmışım yahu..





 

Saturday, June 22, 2013

Pek buralarda yokum...

...ama sebebi var tabii. Birkaç gün ilgilenemezsem blogla kötü oluyorum. Kitap okumadığımdan değil, bitirdiğim iki kitap tur kapsamında olduğu için yayınlayamıyorum, diğer okuduğum kitabı da yarım bıraktım sıkıntıdan. Tamamlayıp yorumumu öyle yazmak istiyorum. Zaten anlamışsınızdır, uzun zamandır kitap yorumu yer almıyor blogda. Değişik fikirler üretiyorum sürekli. Online blog tutmayı sevdiğimden, sürekli yazı yazmak doğru geliyor. Takip ettiğim bloglar da güncel oluyor. Yakında turlarla, kitap yorumlarıyla, değişik fikirlerle geliyorum ama. Tatilde olduğum için de boşladım azıcık. İnternet sıkıntısı çekiyorum anlayacağınız. Kıskandırmayı sevmem ama şu an havuz başında kahve yudumlayarak yazı yazıyorum öhehehe. Bu boşluk iyi gelmedi anlaşılan, iyice sönük bişiy oldum çıktım ben. Neyse arkadaşlar, güncel olarak tuttuğum Goodreads hesabımdan takip edebilirsiniz beni her gün. Yazmaya üşendim hesabı, iletişim bölümünden bulabilirsiniz. 
Esen kalın! Yeni yazılar çok yakında.


Can Dostum Blog Tur YAKINDA


Okutan Günler Blog Tur'da 4. Durağımız Can Dostum

Tur Takvimimiz;



1. Gün - 23 Haziran Pazar

Önokuma: http://kitapkiz.blogspot.com/ 

2. Gün -24 Haziran Pazartesi

Alıntılar: http://yorumduragi.blogspot.com/

3. Gün - 25 Haziran Salı

Yazar Hakkında : http://buyulukitaplik.blogspot.com/

4.Gün-26 Haziran Çarşamba 

Dünya Yorumları :http://all-about-books-n-books.blogspot.com/

Monday, June 17, 2013

Bir Efsane #2: Death Note


   Bir Efsane dizisinin ikinci konuğu hem anime hem de manga olarak efsaneleşmiş, Death Note. Eh, seriyi doğrudan inceleme gibi bir isteğim vardı; ama böyle bir yazı dizisine başlamışken en çok hak edenlerden birinin Death Note olduğuna karar verdim. Hiç zaman kaybetmeden yazayım dedim yazımı.

 Death Note'un önce animesini izlemiş, yarısına geldiğimde mangalarını almıştım. Çılgınlık, evet. Ama bir şeyler beni mangasını okumaya itmişti. İyi ki de itmiş, mangası kesinlikle çok daha güzel. Okumak/izlemek isteyenler varsa mangasından başlasınlar. Aslında çok da fark yok ama hem okuyup hem izleyenler anlayacaktır aradaki farkı. Animesinde es geçilmiş, çabuklaştırılmış şeyler vardı.

  Death Note'un konusunu azıcık anlatacak olursam, çoğunuzun bildiği gibi Light Yagami adında bir lise öğrencisinin Ölüm Defterini bulmasıyla başlıyor. Ve Japonya'nın en akıllı öğrencilerinden biri olan Light, defteri kendi çıkarı için değil, dünya içi kullanmaya karar veriyor. Böylece bütün suçlular ölmeye başlıyor... İleri de olan olaylar ise beyninizin sınırlarını zorlayacak nitelikte. Karakterlerimiz üstün zekalı olduğundan bazı yerleri iki defa okuma gereği duymuşluğum bile oldu. "Animeler çocuklara göredir, çizgi film bildiğin" diyenlerin çocuklara izletmesini tavsiye ederim Death Note'u, muhtemelen 13 yaşın altında kimse bir şey anlamaz.

Gerek karakterleriyle, gerek konusuyla, gerek çizimleriyle olağanüstü bir seri Death Note. Büyülenerek okumuş, büyülenerek izlemiştim. Zaten Japon kültürüne aşık bir insanım, mangalara ve animelere bayılırım; Death Note da bunu sağlayanlardandır. Sevmeyen çok az insan biliyorum. Onlar da büyük ihtimalle anlamamıştır zaten.

Herkes animeyi över, över baktığınızda. Ta ki son bölümüne, manganın son kitabına kadar...
Baktığınızda herkes nefret eder sonundan. Açıkçası son sayfaları okurken benimde ağzım açıktı, "Bu ne yaa" diye yakarmıştım, hatırlıyorum.(Bu yüzden bütün seriyi Goodreadste 5/5 oylamışken son kitaba 4/5 vermiştim) "En kötü biten anime" denirdi hatta. Ama şimdi bir şey söyleyeceğim, bu seri böyle şaşırtıcı bitmeseydi kesinlikle bir efsane olmazdı. Hatta herkes oldu bitti, beklendiği gibiydi derdi. Sonuna çok sövmüş olsam da şimdi anlıyorum, bitmesi gerektiği gibi bitti. Böyle olmalıymış cidden. Sonu tahmin ettiğimiz gibi bitseydi bir şeylerin eksik kaldığını hissedecektim. Çoğumuzun açısından tatmin edici bir son değildi, evet. Ama bu şekilde bir efsane olarak yerleşti bence.

Tereddütleri olan insanlar varsa bir koşu gidip alsın ilk sayısını manganın. Manga okumaktan korkanlar da vardır elbet, ama anime izlemekten pekte bir farkı yok. Bütün her şey beyninizde renkli olarak canlanıyor, merak etmeyin.

"Light Yagami, Kira candır. L mükemmeldir, Near ve Mello sevilir." diyerek bitiriyorum. En iyi karakterlerle, hem şaşırtan hem gerilmenize yol açan, ara ara güldüren seri Death Note. Tekrar tekrar izlenir, okunur. Sonuna kadar tavsiye edilir.

Sonuna bir aralar etkilenerek benim de L'i çizmeme yol açmıştı manga. Şimdi bakınca gerçekten kötü bir çizim yapmışım (Kara kalemle manga karakteri, siz düşünün!). Ama etkisini göstermek adına koyayım sonuna dedim.

 En sevdiğim sahnelerden biri olur kendileri. Esen kalın.

Saturday, June 15, 2013

Bir şeyler oluyor.

Birkaç gündür uzaklaştırdım kendimi olaylardan, bloga bakayım dedim, kitap okuyayım, film izleyeyim... Olmuyor. Boğazımda bir şeyler sıkışıyor sanki. Bir günlük bir tatili bile fazla görüyorum kendime. Sessiz kalamam, kalmamalıyım. Ama bu önemli değil, asıl önemli olan SENİN sessiz kalmaman.

Neler yapıyorsun son günler de merak ediyorum. Durgunlaştı buralar biraz. Polis durgunlaştı diyelim. Bugüne kadar elbet. Malum, şeytan fazla beklemez ininde. Yani yanlış anlamayın, sözüm polise de değil fazla. Başta emri verenlere. Ama kimse de bana polisin hiçbir suçu yok demesin. Tamam, hadi tazyikli su sıkmak tercih değil. Ne var ki coplamak, orantısız gücü sapına kadar kullanmak tercih oluyor.

Bizi koruması gereken gruptan bu kadar korkmam, korkmamız garip. Aslında korkuyorum demeyelim, duygularımı anlatamıyorum. Nefret mi desen, tiksinti mi...
Arkadaşlarımla parkta öylesine otururken gece sivillerin gelip de bizi yoklaması tiksindirici geliyor. Artık bir kamu görevlisi gibi gelmiyorlar gözüme, özür dilerim.
Burada çok rahat konuşuyorum şu an, biliyorum, birileri bu yazıyı okuyup beni anında içeri bile attırabilir. Bir şey olmaz, haklarım var. Anayasada kocaman yazan haklarım. Düşünce özgürlüğüm, düşüncemi paylaşma hürriyetim var. Korkmuyorum. Hoş, anayasayı okuyan mı var; tek sözlerine bakar içeri attırmak. Ama olsun, korkmuyorum.

Hala farkında olmayan birileri olduğu için yazıyorum bu yazıyı. Ben gördüm, Türkiye de gerçekten olağanüstü insanlar var. Mizah duygusu, zekası tavan yapmış insanlar bunlar. Gelecek vadediyor bu gençlerin hepsi, inanın. Bir yandan da tam zıt insanlar var sürüyle. İkiye ayrılıyorlar.

  1. Umursamazlar (Bunlar da görüp de umursamayan, hiç görmeyenler olarak ikiye ayrılır)
  2. Haksız yere sinir yapanlar (Nam-ı diğer koyun sürüsü, medya kölesi oluyorlar)
Hangisi daha kötü bilemiyorum. Ülke cayır cayır yanarken aynada fotoğraf çekip "İçerdeeen" diye yazan belli bir yaşın üstündeki kitlemi yoksa diğer, yorum bile yapamadığım topluluk mu; karar veremiyorum. Sadece acıyorum, üzülüyorum. Ama hala onlar için umut görüyorum. Bizim tarafımızdan, uyanan gençlik tarafından inşa edilen bir umut. Belki biz başarırsak, farkına varırlar umudu. Var hala ben de derinlerde bir yerde. İnanmak istiyorum kalplerinin bir köşesinde insanlık taşıdıklarına.

Diyorum ya zıt insanlar var çok diye. Medyanın başındaki insanlar da belirsiz kısımda kalıyor. Yani gerçekten anlamsızlar, her şeyden haberdar olup görmezden gelmek onlar için yeni bir şey mi yoksa doğduklarından beri uyuyorlar mıydı bilmiyorum; ama birilerinin onlara anlatması gerek güçlü olduklarını. Susmalarının nedeni ya para, ya korku. Fakat ikisini yıkmak da sadece medyanın elinde bulunan bir güçte. Para mı? Doğru haber yaparsan daha fazlasını kazanırsın. Şu anda, emin ol. Korku mu? Medya herhangi bir siyasetçiden çok daha güçlü. Çünkü siyasetçiler kamuoyunu medyayla şekillendirir ve Medya tarafsız olursa siyasetçi çıplak kalır. Gelin görün ki baştakilerin çıplak kalmaya gücü yok. Bir daha sarınamazlar günahlardan.

Yazı nereye gidiyor, ne yazıyorum bilmiyorum. Saat gecenin iki buçuğu ve gözlerimden uyku akıyor. Ne önemi var ki uykunun? Kaç yıldır uyuyoruz yüzde elliyle beraber. Şimdi uyanma vakti, gerekiyorsa uykusuz kalma vakti, anlayın.

Sokağa bakın. Çocuklar var, gazdan zehirlenen. Gençler var, yaralanan. Kadınlar var, ağlayan. İnsanlar var, direnişte şehit olmuş. Dışarıda, 20 gündür direnen bir HALK var. Polis kurşununa gidenler, coplananlar, içeri tıkılanlar var. Sadece yürüdükleri için. Sadece baş kaldırdıkları için. Ve ben sessiz kalanları affedemiyorum. Hala yandaş olanları affedemiyorum.

O mermiyi ateşleyen kadar tepki göstermeyen de katil benim gözümde. Üzgünüm. Hala umursamıyorsan sen, kim olduğu belirsiz, eli sopalı adamları koruyorsan Taksim'de, insanları mükemmel vuruşlarla havaya uçurabilen ama nedense molotoflu direnişçilere (!) su sıkamayan, kendi kendini söndürebilen TOMAları yanmaya bırakan polisi destekliyorsan hala senden istediğim tek şey aynanın karşısına geçmen. Bir bak ve ne oluyor dışarıda, diye düşün. Ben ne yapıyorum, diye sor sonra kendine.

Dışarıda, sokaklarda, yüreklerde... bir şeyler oluyor. Ne olduğunu görmek senin elinde.
Başını yastığa koyduğunda suçluluk duygusuyla uyumaman dileğiyle...
Sevgiler.

Fazla uyuma Türkiye



Friday, June 14, 2013

Bir Efsane: August Rush




August Rush'ı daha ilk çıktığı zamanlarda izlemiştim ve büyülendiğimi hatırlıyorum. Jonathan Rhys Meyers ilk aşklarımdandı benim. Ne var ki filmi bildiğiniz unutmuşum, hatta öyle ki Jonathan'ın oynadığını oynadığını bile hatırlamıyordum. Dün bilgisayarda görünce izleyeyim dedim, bir tereddütle. Seneler önceki anılar tekrardan canlandı. Jonathan'a yeniden aşık oldum, yeniden ağladım, yeniden heyecanlandım izlerken filmi. Senaryoya ve filmin sonuna bakarsanız fazla bir esprisi olmayan filmlerden. Ama pratikte asla öyle değil. İzlerken tekrar tekrar öldüm diyebilirim. Filmin soundtrack'i zaten inanılmaz, Jonathan her şarkı söylediğinde de gözlerim dolunca dedim ben bunu yazmalıyım bloga.
Eh, film tabii ki Jonathan'dan ibaret değil. Asıl efsane Evan, nam-ı diğer August Rush. O çalma tekniği hala saygıyla izlenir. Freddie Highmore'sda yetenkliliğin dibine vurunca ortaya böyle bir şey çıkıyor işte.

Filmin başka bir güzelliği iki farklı tarzı bir araya getirmesi. Ben hem Rock müzik hem de klasik müzik hayranı biriyim. Klasik müzikte en çok beğendiğim ise çellodur. Durum böyle olunca da film benim için daha da önemli oluyor. İki tarzın bir araya geldiği şarkılar, Jonathan Rhys Meyers'in sesi, o gitar çalış... Mükemmeliyetin tanımı olabilir. Diyorum şarkılar çalsın, hayatımın sonuna kadar bu filmi izleyeyim. Olur mu, olur.
Müzikler mükemmel ama konu da beni her zaman etkiler. Filmdeki aile dramı çok başka. Filmin sonuna doğru saçlarımı yolmak üzereydim yine. "Buluş hadi buluş!" nidaları altında... Üç başrol oyuncusu da süper, ama bunu dışında Terrence Howard ve Robin Williams'ın da hakkını yiyemem. İkisi çok ayrı. Filmi ortamı, oluşan duygu ve düşünceler bize çok güzel yansıyordu. Hala bir fotoğraf görünce heyecanlanıyorum. Efsane değil de nedir?

O kadar bahsettim müziklerinden filmin, biraz izleyelim neymiş ne değilmiş diye.


 







En sevdiğimi sona sakladım
Ara ara yer vermeyi düşünüyorum benim için özel olan filmlere, kitaplara. Sizin için efsane olan film hangisi, August Rush sizin için ne kadar özel yorumlayın!




Tuesday, June 11, 2013

Kargo Ne Getirdi? #4

Tam dört gün önce iki adet, birbirinden güzel kargo aldım. Malum bu aralar ülke olarak yoğunuz, yazmaya pek fırsat olmadı.


Önce Yabancı Yayınları'ndan gelen kargoyu yazayım:




Can Dostum, benimde okumayı merakla beklediğim bir sevgi romanı. Bir aralar Susanna Tamaro'nun bir Luisito adında bir papağanla ilgili romanını okumuştum, yine "Bir Sevgi Romanı" başlığı altında. Ne kadar bağlandığımı hatırlıyorum, bu sefer de öyle olacak gibi. Yabancı'ya teşekkürlerimi yolluyorum buradan!






İkinci kargo ise çok sevdiğim Vampirella'dan:




İmkansız Aşklar Evi, konusu gereğiyle ilgilimi çeken bir kitaptı. Vampirella'ya, bana okuma fırsatı tanıdığı için teşekkür ediyorum! Kitabı okuduktan sonra, bir diğer merak ettiğim kitap olan, Zaman Yolcusunun Karısı'nı okuyacağım alabilirsem eğer. Bir klasik haline gelmiş olan kitabı okumadan olmaz tabii.

Bu kadar da değil, Vampirella kitabın yanında küçük sürprizler de hazırlamış; ve ben sürprizlere bayılırım.





Kitaplar ve küçük hediyeler için teşekkürler tekrardan. En kısa zamanda okunacak kitaplar!



Saturday, June 8, 2013

Cumartesi İlk 10: Çevrilmesini İsterim

Sihirli Kitap'ın ünlü -ve bir o kadar eğlenceli- etkinliği Cumartesi İlk 10'da bu hafta konu çevrilmesini istediğimiz kitaplar! Bu konu yüzünden çok acı çeken biri olarak, vakit kaybetmeden katılayım dedim ben de.



1.The Iron King  
Yanılmıyorsam, serinin hakları Pegasus tarafından alındı ancak çeviri göremiyoruz. Şu kapağa, şu güzelliğe bakın! Okumayı istememek için bir neden var mı?

2. Tiger's Curse
Uzun zamandır okumayı istediğim bir kitap, her gördüğümde içim gidiyor. Kitabın her yanından asalet damlıyor sanki.

3. Every Day
Kitap hakkında yapılan yorumları okudukça sinir oluyorum bizde neden yok diye. Gördüğüm kadarıyla herkes favorileri arasına almış kitabı. Konusu da süper.


4. Wild Awake
“Did you see that guy in the back, from the radio station?’ 

His smile is a jar full of fireflies. 

‘Crazy Girl,’ he says.
‘All I saw was you.” 
alıntısını gördükten sonra okunmalı, dediğim kitap. Bu aralar yabancı bloggerlar arasında oldukça popüler.


5. Sweet Evil
Popülerlikte sınır tanımayan başka bir kitap da Sweet Evil. Çok geçmeden okunmalı gibi.


6. Anna Dressed In Blood
Hayalet hikayeleri her zaman ilgimi çekmiştir!



7. Crank
Kitabın ön okuması bakmıştım internetten, okunması gereken bir kitap gibi görünüyor. Fazla, çok fazla ilgi çekici.


8. Tempest
Zamanda yolculuk bütün kitap kurtlarını etkiler herhalde? Çevrilmesini istiyorum!


9. Out Of The Easy
Çok sevdiğim, samimi yazar Ruta Spetys imzalı olması kitabı okumak için yeter de artar bile. Tabii yine süper bir konu işlenmiş...


10. September Girls
Bloggerların iştah kabartan yorumlarının aracılığıyla kalbime yer etmiş bir kitap September Girls. Harperteen de kapak yapmayı biliyor!



Kaçırdıklarım, sonrasında "Ah, bunu nasıl unuturum?!" diyeceğim kitaplar illaki vardır, olsun. Sıra aklıma geliş zamanıyla ilgili. "Şunu daha çok istiyorum, bu bir olsun" şeklinde bir düzenleme değil yani. Ancak bu kitaplar çıkmalı ülkemizde de. Biz niye okuyamıyoruz? Çok bozuluyorum. Yayınevleri yapsın bir güzellik.