Dünyanın en prestijli, en çok konuşulan film ödülünden konuşmazsak olmayacak sanırım. Neden mi bahsediyorum? Tabii ki Akademi Ödülleri! Hani şu "And Oscar goes to..." diye yürek hoplatan...
Adayları muhtemelen görmüşsünüzdür, görmediyseniz de
buraya tıklayıp hemen öğrenebilirsiniz.
Konuşulacak çok şey var aslında; En İyi Aktör ödülü, Jimmy Kimmel'ın sunuculuğu, elbiseler, yapılan siyaset...
Ne var ki, dedikoduları ilgili bloglara bırakıyorum. Ben bugün filmlerle ilgileneceğim!
Manchester by the Sea
Ülkemizde "
Yaşamın Kıyısında" ismiyle çevirilen, oldukça merak ettiğim bir filmdi kendisi; çok beğenilmesine rağmen karşıt yorumlarda çıkıyordu karşıma. Casey Affleck muhabbeti döndü de durdu falan, gerçekten iyi oyuncu muymuş yoksa abartılmış mıymış... İnsan nasıl meraklanmasın?
Oscarlar açıklanmadan önce izledim filmi. Görüşüm de olumlu oldu.
Dram filmlerini çok severim, özellikle "insanlar neler yaşıyor yahu" tarzı filmleri. Manchester by the Sea ne kadar hüzünlü, ağlatmaya meyilli bir film olmasa da insanın içini burkmuyor değil. Filmin hoş bir konusu var, bir amca ve yeğeninin öyküsü diyebiliriz çok (çok) kısaca.
Filmin asıl vurucu kısmı konusu değil, konusunun işlenişi ve sinematografisi idi kesinlikle. Kışın pastel renkleri, puslu çekimler benim çok hoşuma gider, yönetmen de bunları bol bol kullanmış. Filmdeki ortam hem konuyla bütünleşmişti hem de görüntülerle duygularınızı değiştirebilir nitelikleydi.
Yine de Manchester by the Sea'nin bu kadar tutulmasına şaşırdım. Çünkü herkese hitap eder bir film değil gibi geldi. Bana hitap etmiş olduğu kesin, ama başta karışık gelebilecek ve sanata ilgisi olmayan kesim tarafından dışlanabilecek gibiydi. Tabii düşününce, düşük bütçeyle çekilmiş olmasına rağmen başarılı bir kadro, iyi bir senaryo görüyoruz.
Şimdi asıl konuya gelelim: Casey Affleck. Ben bunun abisine de hiç ısınamamıştım başta. Nedense Afflecklerle böyle bir ilişkim var, başta sevmiyorum ama filmde görünce fikrim değişiyor. Casey'de de böyle oldu. Filmin başlarında adam o kadar sığ, o kadar karaktersiz geldi ki, dedim "bu mu ya bu kadar konuşulan?" Lakin, adam karakteri gayet iyi canlandırmış. Yani film bitince of be ne oynamış adam da, demedim ama duyguları iyi verdiği bir gerçekti. Yine de kendisine yöneltilen cinsel taciz suçlamalarından sıyrılıp bu kadar pohpohlanması ne kadar doğru tartışılır.
Kendisi 6 dalda Oscar adayıydı, En İyi Aktör ve En İyi Orijinal Senaryo kategorilerinden toplamda 2 ödülle geceye veda etti.
La La Land
İnternette yere göğe sığdıralamayan ancak kime konusunu açsam filmi izlemeyenlerden "Aşk filmi değil mi ya o.." "Uf müzikalleri hiç sevmem" tarzı cevaplar aldığım bir filmdi La La Land. Bu biraz heves kırıcıydı ama izlemeyi en çok istediğim Oscar adayı da oydu kesinlikle.
La La Land'i, ya da Türkçe adıyla Aşıklar Şehri'ni, duymamış olma ihtimaliniz var mı bilmiyorum ama bu sene en çok dalda Oscar adayı olan filmdi. İzleyip de "kötü" diyen insanı da görmemiştim. Yani film hiç kimse tarafından duyulmamış ya da beğenilmemiş olsa ben yine izlerdim çünkü içinde
Ryan Gosling gibi bir gerçek var.
Filmi izledim, açılış sahnesinde dedim ki "güzel çekmişler ama acaba ben böyle bir müzikal havasını kaldırabilecek miyim?" Sıkılacağımı düşündüm, buram buram aşk kokacak ve sıradan bir hikaye anlatacak sandım. Lakin
film boşuna 14 dalda aday olmamış. Bana sorarsanız baştan aşağı mükemmeldi.
Evet oyunculuklar çok iyi, hatta Emma Stone baya iyi, senaryo güzel, müzikler ise tek kelimeyle olağanüstü...ama...ama... ben filmin çekimlerini ve editleme işlerini yapanların ellerinden öpmek istiyorum öncelikle. La La Land'i bu kadar iyi yapan kesinlikle size verdiği duygulardı. Yönetmen kullandığı renklerle, sahnelerin geçiş şekliyle, ufak detaylarla sokuyor sizi filmin dünyasına ve gerçekten girdiğiniz yerde kayboluyorsunuz. Bir saniye yüzümde kocaman bir gülümseme varken diğer dakika ağlıyordum en son.
Sonuç olarak, anlatılacak bir film bile değil La La Land. Size konusundan bahsetsem hiçbir yararı olmaz. Oturup baştan sonra izlemeniz gerek.
14 Dalda adaydı, 6 Oscar'la eve döndü.