Monday, November 24, 2014

Mockingjay: Part 1, Interstellar ve Hafta Sonu Okumaları

The Hunger Games: Mockingjay - Part 1




Her ne kadar insanlar serinin en sıkıcı kitabı olduğunu söylese de ben, Alaycı Kuş'un en özel kitap olduğuna diretiyorum, direteceğim de. Bu nedenle de filmi hayli büyük bir umutla bekliyordum. Cuma günü otobüse atlayıp İstanbul'a gittim ve adam gibi bir sinemaya girmek istediğimden, her ne kadar alışveriş merkezlerini çekemesek de, Zorlu'dan aldık bileti abimle. Filmin curved ekranlı salonda gösterilmesi de bal kaymak oldu tabii. Sonuç olarak kaliteli bir salonda izlediğim için Alaycı Kuş'u mutlu oldum.

Gelelim filme. Bana göre, kuşkusuz, serinin en güzel filmiydi. Gerek görüntüler, gerek sesler, gerek oyunculuklar almış başını götürmüş. Yer yer gözlerim doldu, koltuğuma sindim ve iç çekerek baktım ekrana. Kitapta olmayan bölümler vardı tabii; ancak yönetmen işi iyi üstlenmiş. Ben izlerken filmde hiç bir sıkıntı görmedim, bana batan bir yer olmadı (belki Finnick'e biraz daha yer verilseydi...). İç savaşın başlangıcı, direniş ve Capitol'ün mıntıkalara yaptıkları ruhumu yerden yere vurdu; anarşist duygularım beynime sıçrattı resmen. 

İkinci bölümden kat kat daha umutluyum. Güzel bir kapanış olacağını biliyorum ve yönetmene güveniyorum. Ayrıca ilk iki filmde Josh Hutcherson'dan hiç haz etmemiştim; o da bu filmde döktürmüş. Toplamında, bir başyapıt ortaya konulmuş. Sinemayı terk ettikten sonra saatlerce "Are you.. are you.." diye The Hanging Tree'yi mırıldandım. Şimdi 20 Kasım 2015'e gün saymaya başlıyorum.


Interstellar



Ah... bu film, bu film. 
Hakkında yazmaya nereden başlasam bilemiyorum. Üzerine konuşulacak çok şey var; öyle ki, filmin öncesinde de sonrasında da, oturup günlerce, saatlerce film hakkında fikir belirttik ve internetten öğrendiğimiz bilgileri paylaştık. Okuduğum yazılar ve abimin anlattıkları sonucu şu an Interstellar hakkında gerekli gereksiz bir sürü şey biliyorum. Örneğin filmin analog kamerayla çekildiğini, yeşil perde kullanılmadığını, filmin bazı sahnelerinin gerçekten uzayda çekildiğini, filmin gösterime girebilmesi için tüm dünyadaki IMAX projeksiyonlarının değiştiği, oyuncuların ve yönetmenin Kip Thorne ile çalıştığını ve her şeyin fizik kurallarına uygun olduğunu beş-on kez okuyup duymuş durumdayım. 

Peki film, hakkında bu kadar şey yazıp çizmeye değer mi yoksa biraz abartılmış mı?

Bana kalırsa filmin, daha da abartılması gerekiyor. Interstellar, kesinlikle hayatımda izlediğim en güzel bilim-kurgu ve belki izlediğim en güzel film bile olabilir. Oyunculuklar, çekimler, ses efektleri, kurgu; hepsi olağanüstüydü. İstisnasız hepsi olabilecek en yüksek kalitedeydi. 

Bilim-kurguyu seviyorsanız, bu film kuşkusuz sizin ilk üçünüze girecek. Zaten biraz nerd kılıklı olan herkes filmi kutsal kabul edecektir. 

Filmden "hiçbir şey anlamadım" diye çıkacak insanlar olabilir, eğer bilimle bir alakanız yoksa anlaması zor gelebilir; zira film evren, kara delik, solucan deliği ve boyutlar gibi şeylerin bir hayli derinine iniyor. Film, üç saate yakın olmasına rağmen tek bir dakikasında bile sıkmadı. Güldürdü, ağlattı, korkuttu, sarstı; her şeyi yaptı. Bir sürü şey anlattı ve emin olun ki izleyenlere birçok şey kattı. Keskin diyaloglar ve özenle tasarlanmış karakterlerle izleyebileceğiniz en güzel filmler arasında girdi.

Eğer hala izlemediyseniz, bu filmi sinemada izleme şansını asla kaçırmayın ve imkanınız varsa mutlaka IMAX'de izleyin. 


Eleanor & Park ve Açıkta 

Bir kitap daha okuyor olmama rağmen, şu an ondan bahsetmek istemediğim için size hafta sonu bitirdiğim Açıkta ve sonuna yaklaştığım Eleanor & Park hakkında biraz konuşmak istedim.

Art arda, birbirinden daha farklı kitap okuyamazdım herhalde. İkisinin de yazısı çok yakında gelecek ve ikisini de anlatmayı gerçekten çok istiyorum. Özellikle Eleanor & Park için anlatacağım çok şey var gibi geliyor, duygularımı toparlayabilirsem şayet. 

Yolculukta kitap okumayı gerçekten seviyorum çünkü dikkatimi bozacak fazla bir şey olmuyor, bu da beni kitabın içine sürüklüyor. Tabii, sıkıcı ve darlayan kitaplar okumak da bazen yolculuğun büyüsünü paramparça edebiliyor. Neyse ki, okunabilir kitaplar seçmişim ve bundan dolayı da hoş şekilde seyahat ettim. 

Söylenecek çok söz, tartışılacak çok konu var; ancak ben bir başlarsam konuşmaya kendimi tutamayıp kocaman bir kitap incelemesi atarım ortaya. Ama onların zamanı var. Ayrı yazılarda, yakında, sizi -umuyorum ki-güzel yazılarla rahatsız edeceğim.

Benim hafta sonum İstanbul dolu ve bu saydıklarımı içerecek şekildeydi. Umarım sizin de güzel bir tatiliniz, mutlu günleriniz olmuştur.
Daha güzel hafta sonlarına!
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere...



No comments:

Post a Comment