Film: Ölümcül Oyuncaklar: Kemikler Şehri
Yönetmen: Harald Zwart
Oyuncular: Lilly Collins, Jamie Campell Bower, Robert Sheehan
Yılı: 2013
IMDB Puanı:6,8
Merakla beklediğim filmi, sonunda dün izleme fırsatı buldum.
Ölümcül Oyuncaklar serisini çok severim, en sevdiğim beş
seri içinde yer alacak şekilde hem de. Haliyle, filmi için de çok
heyecanlanıyordum. Yine izlerken nefesimi tuttum.
İzleyenlerden, kitaptaki birçok şeyin yer almayacağını
biliyordum; ama bu kadarını da beklemiyordum açıkçası. Tamam, bu kitabın filmi
değil, kitabın bir uyarlaması. Senarist istediği gibi oynayabilir, aynısını
beklememek gerek de; keşke kitaptaki gibi yapsalarmış olay örgüsünü. En azından
izleyenler ne olduğunu anlayabilirlerdi.
Filme her ne kadar 13+ başlığı atılsa da sahneler sanki on
üç yaş altına hitap edermişçesine çekilmiş. Abartılı ses efektleri filmi çok
çocuksu yapmıştı ve böyle bir filmde biraz kan beklerdim.
Filmde sadece bir şarkıyı beğenmekle, sera sahnesinde çalan
şarkıdan da nefret ettim. Disney filmi edası vermişti bana kalırsa.
Serinin yayımlanan tüm kitapların okumuş, bir de üstüne İngilizcelerini
yalayıp yutmuş insanlarız. Önümüze böyle bir şey çıkartınca hayal kırıklığı bol
oluyor tabii. Neyse, bunu geçeyim. Filmi kitapla ilgisi alakası olmayan iki
kişiyle beraber izledim. İkisi de filmde ne olduğunu anlayabilmiş değil. Filme
dair beğendikleri sayılı şeylerden biri Jace’in şahininin hikayesi, ki bu hikaye kitapla ilgili yakalayabildiğim tek şeydi.
Biraz oyunculardan bahsedeceğim, Lily Collins’in oyunculuğu
o kadar da iyi değildi fakat pek de göze batmadı. Clary için uygun gibiydi.
Herkesin küfürler yağdırdığı Jamie Campell Bower… Jace için
bu filmde bence gayet hoş olmuştu. Kendisini zaten severim. Daha yakışıklı bir
oyuncu, evet, bulunabilirdi. Ancak Jamie’nin oyunculuğu süperdi. Gayet de
karizmatikti. Keşke saçlarını geri yatırmasalarmış diyebilirim bir tek.
Filmin başına gelen en güzel şeylerden biri Robert Sheehan idi.
Süper olmamış mıydı? Made in Brooklyn yazısını görünce üstünde sırıttım direk.
Her şeyiyle Simon’a çok yakışmıştı. Olmuştu yani. Olmuş bu olmuş, alalım biz
bunu.
Alec ve Isabelle de iyiydi sanki, ama Hodge tam bir
fiyaskoydu bana kalırsa. Hiç sevmedim. Bu belki de filmde ki Hodge’un kitapla
alakasız olmasından olabilir. Ama sonuç olarak sevmedim.
Ve Valentine… Jonathan Rhys Meyers af edersiniz ama bu
filmle kendine yazık etmiş. Gotik bir hava katacağım diye saçına o örgüleri takan
kimse çıksın ortaya. Jonathan’ın büyük bir hayranı olarak onun gelmesini iple
çektim. Valentine rolüne yakışmış mı? Yakışmış. Ama “Jonathan oynuyorsa bu film
süper olur ya” düşüncemden sonra dedim ki adam sen git daha büyük filmlerde
oyna.
Mekanlara gelirsek: Filmde iç mekanlar güzel tasarlanmıştı. Vampir inini ve
Kemikler Şehri’ni çok sevdim. Aşağı Dünyalılar nasıldı derseniz, daha iyi bir
yönetmenle daha güzel ve gerçekçi şeyler yapılabilirdi derim. Ama bulduğum da
fena değildi.
Eğer kitabı okumadıysanız, film bence kayda değer değildi.
Eğer kitabı okuduysanız, filmden hiçbir şey beklemeyerek izleyin. O zaman güzel
bir film.
Kitaba bayılan biri olarak, yorumum da haliyle kitabı göz
önünde bulundurarak yazılmış bir yazı. Eğer kitabı okumamış birinin gözünden
yazsaydım çok daha eleştirirdim. Ne diyeceğimi bilemiyorum pek film için. Güzeldi, ama bir yandan da değildi.
Evet, evet, bu şu anki duygularımı tanımlamak için gereken cümle.
No comments:
Post a Comment