Friday, September 27, 2013

İnceleme: Hayvan Çiftliği/Animal Farm


Kitap: Hayvan Çiftliği: Bir Peri Masalı
Orijinal İsmi: Animal Farm: A Fair Story
Yazar: George Orwell
Yayıncı: Can Yayınları
Goodreads Puanı: 3.76
Sayfa Sayısı: 152

İngiliz yazar George Orwell (1903-1950), ülkemizde daha çok Bindokuzyüzseksendört adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş ikinci ünlü yapıtıdır. 1940´lardaki ´reel sosyalizm´in eleştirisi olan roman, dünya edebiyatında ´yergi´ türünün başyapıtlarından biridir. Hayvan Çiftliği´nin kişileri hayvanlardır. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirirler. Amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmaktır. Aralarında en akıllı olan domuzlar; kısa sürede önder bir takım oluştururlar, devrimi de onlar yolundan saptırırlar. Ne yazık ki insanlardan daha baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kurulmuştur artık. George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romanda önder domuzun, düpedüz Stalin´i simgelediği açıkça görülecektir. Öbür kişiler bire bir belli olmasalar da, bir diktatörlük ortamında olabilecek kişilerdir. Romanın alt başlığı Bir Peri Masalı´dır. Küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değildir; ama roman, bir masal anlatımıyla yazılmıştır.

3. Çekilişim Sizlerle!

 Muhteşem Yaratıklar Serisinin İlk Üç Kitabını Kazanma Şansı

3. bir çekilişin çok yakında olduğunu söylemiştim, ancak bazı kişisel nedenlerden dolayı bloga girebilme olanağım bayağı daraldı. Bu yüzden de üçüncü çekilişin tarihi gecikti. Neyse sonuç olarak burada, üçüncü çekilişimle, üç kitapla birlikte sizlerleyim!
Bu sefer, üçüncü çekilişte, üç kitap birden vereyim dedim. İyi mi ettim ki?

Evet, evet, Çok beğenip blogta yorumunu da yaptığım Muhteşem Yaratıklar ve iki devam kitabı içinizden birinize gidecek beyler bayanlar. Şansımı deneyeyim, diyorsanız alttaki Rafflecopter abimize buyurunuz.

*Yayıncı'nın hiçbir katkısı yoktur, tamamen kendi imkanlarımla yapmaktayım
*Çekiliş 10/10/13 tarihinde sonlanacaktır
*Kazanan, bir önceki çekilişteki gibi raff. ile belirlenecektir
*Yaş sınırı yoktur
*Çekilişe sadece Türkiye sınırları içindeki izleyicilerim için geçerlidir
*Kitapları ilk okuyan siz olacaksınız, dolayısıyla ikinci el değildir
*Kargo ücreti benim tarafımdan karşılanır
*Kargoda kaybolan ya da hasar gören ürünlerden sorumlu değilim

 


a Rafflecopter giveaway

Tuesday, September 24, 2013

Ben Şu Sıralar... #4

Dokuz gün... dokuz gündür kitap okumuyordum. Şimdi düşününce, o kadar da fazla olmamış gibi; ama bir kitap tiryakisi için dokuz gün oldukça uzun bir zaman. Tabii bu sıralar ne yaptığımı da paylaşmadan olmaz dedim. Dedikodular neymiş bakalım.

...Ne İzliyorum?


 
Arrow

Error verdiğim anlar bu anlar işte sayın okuyucularım. Sokağa çıkıp "seni seviyorum DC Comics diye bağırmak istediğim anlar bu anlar. Yeni bir oyuncuya daha aşık olduğum anlar bu anlar.

Orta karar bir dizi olacak diye başladığım Arrow bana sağ gösterip sol vurdu resmen. Süper bir dizi olmuş yahu. Green Arrow'un uyarlaması olduğunu diziyi izleyene kadar bilmiyormiyordum, evet. Ama böyle sürprizli olması çok şeker oldu. Ne söylesem, ne yorum yapsam bilemiyorum şu anda. Beynimin yarısını Oliver Queen abimiz kaplıyor, gülümseyişiyle, vücuduyla, tavrıyla. Neyse adam zaten afişten de anlayacağınız üzere diziyi izlemeniz için zaten bir sebep oluşturuyor. En güzel yanı ise, dizi sadece yakışıklı bir adamdan ibaret değil. Konusu, olayları iyi. Hem de baya iyi.


Şimdi şöyleki, milyarder Queen ailesinin oğlu Oliver, babasının da aralarında bulunduğu 7 kişi ile beraber Çin yakınlarında yatla açılıyorlar. Yat, alabora oluyor ve tek kurtulan Oliver oluyor. Sonunda "Araf" adında, neredeyse ıssız bir adaya düşüyor. Beş yılın ardından, bir gemi adanın yakınlarından geçiyor ve Oliver kurtuluyor. Beş yıl bir adada takılı kalmak, onu değiştiriyor. Ve babasının son dileğini yerine getirmeyi arzuluyor Oliver. Her bölümde adada neler olduğunu öğreniyor, aynı zamanda da "Kanunsuz"un maceralarına tanık oluyoruz. Aşk, macera, gizem ve bolca aksiyon dolu bir dizi. İlerki bölümlerde Teen Wolf'un biricik Jackson'ı Colton Haynes de cast'in arasına katılıyormuş. Ben izlemeyeyim de kimler izlesin bu diziyi?

Sonuna kadar tavsiye edilir, günde üç-dört bölüm izlenir, üstüne de sevilir bir dizi. Ben diyeceğimi dedim.

 

Big Bang Theory-How I Met Your Mother

 Bayıldığım iki dizidir kendileri. Ne var ki ikisininde son sezonlarını daha başında bırakmıştım, vurmayın. Yeni sezon alarmları verilirken ben de başlayayım dedim, bir hafta içinde iki sezon dizi bitirdim gurur duyuyorum kendimle. Son sezonları yine müthişti, artık sona doğru yaklaşıyoruz. Hayatımdan eksik etmediğim iki dizinin olmayacak olması çok üzücü geliyor. Burada HMYM mi BBT mi kavgası çıkarmayacağım tabii, ikisininde yeri ben de ayrı. Ancak kabul edelim ki, gelmiş geçmiş en iyi diziler arasında yer alıyor ikisi de. O kadar dizi izledim, aynı tadı veren çıkmadı diyebilirim. Ben de koruma derneği gibi konuşuyorum, nesilleri tükenmesin, her bloga bakandan bir lira toplasak...



Tabii bunlar işin şeyleri de, bitecek olmaları cidden tuhaf. Gelecek sezonu beklerken kaç kere baştan sona sezonları bitirdim hatırlamıyorum ama Big Bang Theory'nin neredeyse hepsi ezberimde. Hala izlemeyenler varsa izlesin, artık tavsiye falan beklemeyin bu ikisi için. Politikasını,hatta yaptığı hiçbir şeyi sevmiyoruz da Amerikan'ın, dizileri candır şimdi.




...Ne Dinliyorum?



Şimdi size bu haftaki playlistimi yazacak olsam parmaklarım falan kopar, sizde okumaktan sıkılırsınız falan. Demem o ki paylaşılacak çok şarkı, çok şarkıcı var ama taze taze çıkmış, herkesin dinlemesi gereken bir albümü yazacağım sadece. O da Duman'ın yenisi Darmaduman. Arka arkaya dinleyip kulaklarımın pasını sildim. Duman mükemmel bir dönüş yapmış. Şimdi gelip de "pff Trkçe mzik mi dnlsyn yha .s.s.s" gibi bi' şeyler diyecek arkadaşlarımız varsa kenara alalım, zaten millet olarak da kendimizi ezmeye yer arıyoruz. En azından müziğe laf bulaşmasın. Tamam bizde Ajdar, Mustafa Topaloğlu gibi başkalaşımlar olabilir de neyseki iyi müzik yapan sanatçılarımız da var. Şimdi niye böyle atarlandıysam ben de, derslerden hep derslerden.





...Ne Oynuyorum?

 Amnesia: The Dark Descent

Oyun Durağı'na ayrı bir incelemesini yapmayı planlıyordum ama hazır başlık gelmişken yazayım dedim. Bu aralar sardığım oyun ise Amnesia, The Dark Descent. Pewdiepie kankimizi izleyen varsa mutlaka biliyordur. Söyleyeceğim tek şey ise: Oyun videolarda gördüğünüzden çok daha korkunç. "Olm hiçbir şey çıkmıyo ya burdaa" gibi bi tepkiyle başlayıp, küfürlerle devam edip, bembeyaz bir şekilde çıkış yaptığım oyundur. Oyun aslında bir puzzle oyun olarak yaratılmış, gerilim faktörü sonradan eklenmiş. Onun için oyun size çaktırmadan küçük küçük görevler sunuyor. Yapmanız gereken bir şeyler oluyor yani. Oyunun başında "Lütfen düşmanla savaşmaya çalışmayınız, saklanınız, hatta gerekirse kaçınız." gibi bir yazı yer alıyor. Henüz savaşmak gibi bir delilik yapmadım neyseki. Yalnız saklanırken de oynadığınız adam titriyor, ağlıyor, bayılıyor gibi oluyor falan o daha da bi korkunç.
Ardından, "oyunu kulaklıkla ve karanlık bir odada oynamanız tavsiye edilir" tarzı bir yazı yer alıyor. Zaten hep kulaklık kullanırım (Garez'i bile kulaklıkla izlemiş bir insanım). Ben de tavsiye ediyorum, daha heyecanlı oluyor ama arada kulaklığı çıkarma gereği duyabilirsiniz gerçekten. Karanlık bir odada oynamadım, oynamayı da düşünmüyorum. Işıkta da gayet gerici.


 Diablo III

"Diablo oynayan kız mı olur yiaa" gibi bir tepki verecek olan arkadaş olursa artık ağzına çakacağım. Yüz bin kere duydum aynı lafı. Diablo da oynuyorum, çizgi-roman da okuyorum, metal de dinliyorum, Star Wars da izliyorum arkadaş. Artık bir laf etmeyin. 
Yazın internetim sorunlu olduğundan ne zamandır oynayamıyordum. Bir maratona daha başlamış bulundum. En sevdiğim üç oyun içerisinde yer alır düzeyde bir oyun Diablo 3. Müthiş eğlenceli, bağlayıcı, mouse'u kırmanıza sebep olacak, beş yıldızın da üstünde bir oyun. Bundan sonra LOL falan kesmiyor yani, öyle diyeyim. Yalnız oyun hesap istediğinden dolayı, yanılmıyorsam Torrentde bulunmuyor. Gerçi bir şeyler yapıp beleşi bulunmuş olabilir ama pek sanmıyorum. Yani oynamanız için azıcık para bayılmanız gerekiyor sevgili PC oyuncuları. Ben de kendisinin Collectors Edition'ı var, abim sağolsun. Seveni varsa tavsiyemdir. Ama sınırlı sayıda olan bir paket yanılmıyorsam, Türkiye'de ilk satışında sunuldu bir tek. Gitti Gidiyorda bin liraya gördüm, öyle bir şey yapmayın gidin Amazon'dan alın kazıklanmayın.




...Ne Okuyorum?


Sonunda gelebildik. Dokuz günün ardından bugün başlayıp, muhtemelen yarın bitireceğim kitap Hayvan Çiftliği. Ayrıntılı incelemesi tabii yine blogta yer alacak. Uzun uzun yorumlamayı özledim cidden. Aynı zamanda kaliteli kitap okumayı da. Hoşunuza giden kitap çok oluyor, ama böylesi zor bulunuyor gerçekten.

Bir de not düşeyim, hafta sonlarım normalde boş olmasına rağmen, bundan sonra hafta sonlarımda dolu olacak. Hem dersler, hem sosyal hayat, hem de blog azıcık zorluyor. Zorluyor derken, zamanında yazı yazmak zorluyor. Bundan sonra biraz daha kitap okumaya zaman ayırabileceğimi umuyorum ama bakalım neler olacak. Yalnız yine aklıma güzel güzel yazı başlıkları geliyor, takipte kalın. Yakında yine sizinle olacağım. Belki bir çekilişle dönebilirim, yarın...?

Monday, September 16, 2013

İnceleme: Seçilmiş Kişi/The Giver

Kitap: Seçilmiş Kişi (The Giver Quartet #1)
Orijinal İsmi: The Giver
Yazar: Lois Lowry
Yayıncı: Arkadaş Yayınları
Goodreads Puanı: 4.11
Sayfa Sayısı: 168


Sonra döndü ve onu yalnız başına, yüzü kalabalığa dönük ayakta dururken bırakarak, sahneden ayrıldı. Kalabalık aynı anda hep birlikte adını mırıldanmaya başladı.

"Jonas." İlk başta fısıldıyorlardı. Zorlukla duyuluyordu, sesleri bastırılmıştı. "Jonas, Jonas."

Sonra daha yüksek sesle ve hızla devam etti.

"JONAS. JONAS. JONAS."

Adının bir ağızdan söylenmesinden, Jonas, topluluğun kendisini ve yeni görevini benimsediğini, yeni bebek Caleb'e verdiği gibi kendisine de yaşam verdiğini biliyordu. Göğsü minnet ve gururla kabarmaştı.
Ama aynı zamanda korkuyla da dolmuştu.
Kendisinin seçilmesinin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Ne olacağını ya da başına neler geleceğini bilmiyordu.



Sunday, September 15, 2013

İnceleme: House at the End of the Street

 

Film: Sokağın Sonundaki Ev
Yönetmen: Mark Tonderai
Oyuncular:  , , 
IMDb Puanı: 5,4
Yılı: 2012



Film daha ilk çıktığında fragmanını görüp etkilenmiş, hemen koşup izleme isteğiyle dolmuştum. Çok önce izleyecektim, ancak bir takım aksiliklerden dolayı izleyememiştim.


Sonunda, bugün arkadaşımla izleme fırsatı bulduk. Şaşırdık, korktuk, yerimizden zıpladık...

Filme başlarken beklentilerimi düşük tutmaya çalıştım, ama gerilimin yüksek olacağını da tahmin ediyordum. Öyleydi de. "Cinli perili filmler olmasın, ama tırsayım, parmaklarımın arasından bakayım" diyorsanız buyrun gelin. Bu film size göre.

Imdb puanının bu kadar düşük olması haksızlık olmuş. Gerici miydi? Gericiydi. Güzel bir kurguya sahip miydi? Sahipti. Oyunculuklar iyi miydi? İyiydi. Çekim kalitesi yeterli miydi? Yeterliydi. Daha ne olsun yahu.

Öyle aman aman bir film değildi tabii, gidip Academy Award'ını falan getirmiyoruz; ama çok yerinde bir korku filmi olmuştu. Hem hikayesinden etkilendim, hem abartma yoktu, hem de korkutucuydu.

Konuya gelirsek, Elissa(Lawrence) ve annesi(Shue) yeni bir eve, yeni bir mahalleye taşınıyorlar. Güzel, yeni evlerinin bu kadar ucuza mal olmasının nedeni ise yan ev. Birkaç yıl önce, yandaki mutlu ailenin küçük kızı anne ve babasını öldürüp kayıplara karışıyor. Seneler önce evden ayrılmış olan ağabey ise evi tamir edip satmak için oraya dönüyor.

Bu konunun altında yatan gizemler, bir bir dökülüyor tabii. Ben filmi beğendim. Jeniffer yine doğal oyunculuğuyla konuşturdu zaten. En azından, altı puanı rahat hak eden bir film olarak kaldı gözümde. Siz nasıl değerlendirirsiniz bilmem ama diğer izleyenler tarafından da beğenilmiş aslında. Gayet keyifli bir pazar filmiydi. Okullar da açılıyor, haftaya stes atmak için gayet izlenebilir bir tercih olabilir sizin için.

Yorumuma da şaşırdım, son zamanlarda fazla "kısa ve öz" tarzı yazılar yazıyorum ne?

Tabii bir de not düşmeden olmaz, bu filmimizin bir de kitabı varmış. Türkçeye çevrilmesini çok bekledim ama hala bir el atan yok. Beni duyan yayın evi varsa işaret versin!

Thursday, September 12, 2013

Mimlenmişim ki

Kitaplarla Mecara tarafından mimlenmişim! Kendisine çok teşekkür ediyorum. Soruları yanıtlamayı her zaman çok sevmişimdir. 

1) Hayatınızda hiç mucize olarak nitelendirebileceğiniz bir olay yaşadınız mı?
Mucizeye yakın birçok olay yaşadım ama ölsem de unutamayacağım bir şey olmadı.

2 ) Almayı düşünüp de alamadığınız ne var ?
Almayı/yenilemeyi düşünüp sürekli ertelediğim birçok şey var, kitaplarla ilgili de Uyumsuz'un Türkçe baskısı ve Evrenin Ötesi diyebiliriz.

3)Kıyafet konusunda takıntılarınız var mı?
İspanyol paça giymem, beni kilolu gösterdiğini düşündüğüm bir şey varsa giymem, yana çizgili şeyler alamamaya çalışırım.

4)Nefret ettiğiniz huylar ve insanlar ?
Kesinlikle özentilik en nefret ettiğim huy. Ne popülerse ona göre davranan, herkesin yanında değişen insana da katlanamıyorum. Yeteneği olmayıp da milyonları cebe indiren ünlülere de kin tutmuyor değilim.
 

5)Sizi en iyi tanımlayan kelime?
Tek kelimeyle anlatılmayacak bir insanım, deyip hava atarmış gibi yapıp çok güzel ekerim soruyu!
 

6) Hayata yeniden gelme şansınız olsaydı nerede doğardınız ?
Aklıma gelen ilk yer California oldu.

7)Tek başına bir insan keyiflenmek için ne yapabilir ?
Kendisinin fotoğraflarını çeker, film izler, dans eder, karaoke yapar, resim çizer... kişiden kişiye değişir bunlar, daha bir sürü yapılacak şey var.

8)Nikah masasında evleneceğiniz kişi size hayır derse ne yaparsınız ?
İlk önce şaka olduğunu sanarım, sonra ağzım açık yüzüne bakarım. Şaka değilse kalkar giderim. Bir daha da konuşmam kendisiyle. Tabii bu mantıklı olan karar, o anki ruh haliyle salonu kana da bulayabilirim.

9)İnsan kaderini mi yazar kaderinimi yaşar ?
Ben kaderi, insanların olaylara boyun eğme şekli olarak görüyorum. Hiçbir şeyi sorgulamayan insanlara, "kaderde varmış" deyip geçmek de kolay gelir. Yani insanın kaderini kendisinin yazdığına inanırım.

10)Aklınıza ilk gelen ingilizce kelime ?
Fear.
 

11)İnternette sahip olduğunuz ilk nickname?
Hatırlamıyorum maalesef.

Bir mimin sonuna daha geldik. Yine kaytarmacalık yapıp, isteyen herkesi mimleyeceğim. Alın blogunuzda paşa paşa cevaplayın, gönlünüz isterse Deniz'in Yorum Durağı mimlemiş dersiniz; kabulümdür. Yeni yeni mimleriniz varsa beni de dahil etmeyi unutmayın der, kapatırım. Yeni yazılarda görüşmek üzere, güzel günler.

Monday, September 9, 2013

İnceleme: Tanrı'nın Unutulan Çocukları/Jasper Jones

 

Kitap: Tanrı'nın Unutulan Çocukları
Orijinal Adı: Jasper Jones
Yazar: Craig Silvey
Yayıncı: Martı Yayınları
Sayfa Sayısı: 448
Goodreads Puanı: 4.00 (5.184 oy)


Hayat bir piyangodur: Şanslı olan kazanır, şansızlar ise Tanrının Unutulan Çocuklarıdır...

Tanrının Unutulan Çocukları, yetişkinliğe adım atan iki çocuğun bir sırla başlayan muhteşem dostluğu üzerine yazılmış, etkileyici bir roman...

Uzak bir ülkenin yazarı olan Craig Silveyin çok sayıda ödül alan romanı Türk okuyucularıyla buluşuyor. Yayımlandığında Avustralyada yoğun bir ilgiyle karşılaşan yazar, başarılı en genç yazarlar listesinde yer almayı başarmış bir isim.

Tanrının Unutulan Çocukları hem kurgusu hem de güçlü karakterleriyle okuyucuya bilmedikleri bir coğrafyanın edebi zevkini yaşatırken, dokunaklı bir dille sıradan yüzlerin ardına gizlenmiş birbirinden ilginç sırlar barındırıyor. Romanın başkarakterlerinden Jasperın, aynı okulda okuduğu Charlienin odasının penceresine bir gece yarısı gelmesiyle başlayan olaylar, başarılı ve merak uyandırıcı bir hikâyeyi de beraberinde getiriyor. Parçalanmış bir ailenin çocuğu olması nedeniyle kasabalılar tarafından hor görülüp dışlanan Jasper, korkunç bir olayın detaylarını tek güvendiği kişiyle, Charlieyle paylaşır. O andan itibaren çocukluklarını bir kenara bırakmaya başlayan bu iki arkadaş, bu sırrın peşine düşerek toplumun önyargılarına, bağnazlıklarına ve ikiyüzlülüğüne ayna tutmaya başlarlar.

İnsanların kendi kabuklarına çekildikleri bu küçük kasabada hayatın hem solgun hem de canlı anlarına tanıklık eden iki arkadaşın yaşadıklarını okurken, çocukluğunuzun masum yıllarını hatırlayacak, toplum tarafından kabul görülmenin ne anlama geldiğine bir çocuğun gözünden bakacaksınız.

"Cesaret, korkuya direnmek ve ona galip gelmektir" sloganından yola çıkan bu roman ile çocukluğun saf duygularına sımsıkı sarılan kahramanlar kimseyi hayal kırıklığına uğratmayacak!

"Ustalıkla işlenmiş, okunmasının üzerinden yıllar geçse de hatırlanacak bir roman. Bülbülü Öldürmek romanına selam eden Silvey, dokunaklı bir dille sıradan yüzlerin ardına gizlenmiş birbirinden ilginç sırları keşfediyor."
Marie Claire UK

"Bu romanda ırkçılık, adaletsizlik, arkadaşlık ve ilk aşkın duyarlılığı bir arada sunuluyor; tıpkı dünyada iyi ve kötünün birlikte yer alması gibi."
Sydney Writers Festival

"İki çocuk kahramanının gözünden esprili, dramatik, gizemli ve biraz da gerilimli ilerleyen bu roman, okuyucuları saklı kalmış bir yaşamın kapısını aralamaya çağırıyor."
Readings

"Bu romanda mutlu gibi görünen aileler, toplumun dışladığı ötekiler, önyargılar, dokunaklı yaşam hikâyeleri, başka dünyalara duyulan özlemler ve masum yıllar var... Ve tüm bunlar içimizdeki öldürmediğimiz çocuğun seslenişleri."
Daily Mail

"Mükemmel bir yetişkinliğe geçiş romanı... Her yaştan insanı etkileyecek kadar büyüleyici."
Markus Zusak

Filler İçin Su: Çekiliş Sonucu

İkinci çekilişim de gece itibariyle son buldu. En heyecanlısı tabii ki sonucu açıklamak. Şöyle arkadan bir ritim alayım...

Hayır, durun! Önce göndereceğim paketi yayınlayayım.


 Ayrıca kitabın ilk sayfasında, bana ait bir kara kalem çizimi bulacak. Ama o, ona sürpriz olsun.



İkinci çekilişimin tahilsisi ise: Miranda Öztürk adlı izleyicim! Tebrik ederim, umarım kitabı ve hediyeleri beğenirsin. Beş gün içerisinde, kargoyu göndereceğim adres ile birlikte facebook sayfamdan bana ulaşmanı rica ediyorum.

Kazanamayan kitapseverlerin ise üzülmesin, çünkü çok yakında bir sürü, hem de daha dolu çekilişle burada olacağım. Belki bir seri hediye edebilirim... Fazla spoiler vermeden gideyim en iyisi.  Herkese bol kitaplı günler.




Coldplay - Atlas

Hemen vizyona girmesi için böbreğimizi verecek duruma geldiğimiz The Hunger Games: Catching Fire'ın merakla beklenen Atlas şarkısı geçtiğimiz günlerde çıktı. Müzik Durağı gibi bir şey oluşturmak her ne kadar aklımda olsa da yapmayacağım, ama Açlık Oyunları ile ilgili bir şey varsa da paylaşmadan olmaz.

Lyrics videosuna hasta olmuş durumdayım. Zaten Coldplay itinayla sevilir, bu şarkı çok çok sevildi. Sürekli dinledikçe, daha da huzur veriyor sanki. Dinlemeyenlere de dinleteyim, "tribute"luğumu da yapayım.


Kargo Ne Getirdi? #5

Bir Başka Alışveriş Yazısı adlı yazımı tamamladıktan hemen sonra kapı çalındı. 31 Ağustosta vermiş olduğum sipariş sonunda elime ulaşabildi. Elimde bulunan okunacak kitaplar listesi uzadı da uzadı. Bundan sonra bana hatırlatın, uzun bir süre kitap almayayım. Kış için yemek toplayan karınca misali bir şey oldu bu...


 
Önce Türkçe kitaplarla başlayayım,

İçinizden birine, 2. Çekilişimde hediye edeceğim (hatta sonucunu da bugün açıklayacağım) Filler İçin Su adlı kitabı bir de ben okuyayım diye kendime sipariş ettim. Şöyle bir baktım içine, "oturup bir oturuşta bitireyim, kimselere vermeyeyim, yiyip bitireyim kitabı" kafası oluştu hemen. Sonra dedim, daha okuduğun bir kitap var dur biraz. Kazanan kişi sever umarım.

Seçilmiş Kişi, ne zamandır almak istediğim bir kitaptı, ancak hep elimin tersiyle itiyordum resmen. Kapağından mıdır nedir, hep bir "sonra okurum" havası vardı ben de. Goodreads listelerinde hep başı çektiğinden dolayı, dedim bu kitabı artık alayım, içimde kalmasın. Sanki çok güzel bir şey çıkacakmış, neden daha önce okumamışım diyecekmişim gibi ama... bakalım hayırlısı.

Onu almışken, aynı yazarın başka bir kitabı olan Yıldızları Saymak'ı da attım sepete. Konusu tam benlikmiş gibi geldi. Zaten böyle kısa kitaplar her zaman çok sevecen olur. Bir gün de bitirilir. Yorumu hemen teslim edilir. Kitapçı ayağınıza geldi...




 
İngilizce kitaplara gelirsek...
Shiver ve Linger daha önce sipariş etmiş olduğum kitaplardı, ancak Shiver elime ulaşamamıştı. Linger cilti olduğundan, Shiver'ı da cilti almam gerekiyordu. Her yerde aradım, ancak ciltsiz baskısı vardı hep. İngiltere'den sipariş edecektim, ancak kartım online işlemlere kapatılınca Türkiye'den alma zorunluluğu doğdu. Sonunda karton kapala sipariş ettim. Kitapta ilk ilgimi çeken şey puntoların mavi olmasıydı. İlk defa renkli puntolu bir kitap almış oldum böylece.

Türkçe'sini yalayıp yuttum, bir de üstüne cila atayım diye Hush Hush'ı aldım. Aslında, kitabı bir daha okuyacaktım. Sonra dedim ki madem okuyacağım, orijinal dilinden okuyayım. Daha renkli daha farklı bir kapak basımıyla geldi, beğendim kapağı. Yakın zamanda okunur umarım.

Kargom böyleydi. Kitaplığımdaki okunmayı bekleyenler kendine bir cumhuriyet kurdu. Bir yandan güzel, bir yandan da size bir ağırlık veren bir şey. Sanki hemen okumalısın sorumluluğu var üzerimde... ben daha fazla garip düşüncelere kapılmadan kaçayım. Çekiliş sonucu için yine geleyim. Bugün bol bol yazı göreceksiniz herhalde blogta. Yandınız.


Bir Başka Alışveriş Yazısı

Çekirdek ailemin yarısı orada bulunduğundan sık sık İstanbul'a giderim. Gittiğimde de illa bir-iki kitap alıp dönerim. Oturduğum şehirde pek bulamadığım, kocaman kitapçı özleminden kaynaklanıyor bu herhalde.


Bir gün Kadıyköy'e geçme planımız vardı, ben de kitap alışverişleri için kendimi oraya saklıyordum. Zaten Kadıköy'ün dükkanlarına bayılan bir insanım, skateboard da bakmamız lazımdı, resim malzemesi satan bir yer gerek, küçük prensli çanta gördüm şurda! falan derken dört kız dolaştık durduk. İsmini hatırlayamadığım bir çizgi roman dükkanında aldım soluğu sonra. Şirin mi şirin bir yerdi, tam benim hasta olacağım türden. Aslında, ilk başta aklımda Kick-Ass çizgi romanlarından almak vardı. Ancak sonra Neil Gaiman'dan Cinayet Sırları'nda karar kıldım. Bir de üstüne yeni çıkan Çelik Simyacı'yı almamak olmaz dedim.


 
Ben kitapçı ararken önümüze çıkan Nezih'e girdik sonra. Ordan da Fahrenheit 451 ve sonunda Hayvan Çiftliği'ni kaptım. Artık ikisini de okumam gerekiyordu. Tabii bizde birkaç yer bakacak gezecek enerji tükeniyordu. Hemen karşısındaki sanat malzemeleri satan yere girmemin ardından, dedim yürüyün bir şeyler yemeye, Akmar'a bakacak halim bile kalmamıştı.




Ertesi gün de hiç hesapta olmayan bir alışveriş gerçekleştirdim. Ablamın, ben dışardayken, benden almamı istediği bir kitap üzerine D&R'a girmiş bulundum. Tabii girince de kendimi kaybettim. Şeytan ve Şair, Vahşi Şeyler ve ne zamandır aradığım Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın hep o çılgınlığın meyveleri.


Eğer bir kargo beklemeseydim daha da alışveriş yapacaktım. Ama dedim Deniz dur, daha gelecek kitapların da var. Bunlar bitsin nasıl olsa bir-iki ay sonra yine İstanbul'dasın.
 İstanbul'dan döndüm (bu arada dönüşte şaka gibi bir yolculuk geçirdim. cidden şaka gibiydi yani. benden bir tavsiye sakın Ulusoy'a binmeyin.) bir günü yazlıkta geçirmemin ardından teyzemlere gittim. Kuzenimin rafları karıştırırken bir de baktım, iki aydır evde tırım tırım aradığım kitap! Meğersem 5 sene kadar önce kuzenime vermişim. Okuyalı 6 seneye yakın olmuş ama hala hatırlıyorum Ateş Hırsızı'nı.




İşte böyle ganimetlerle eve döndüğüm bir seyahat oldu. Şimdi en zoruysa, okuduğum kitap bittikten sonra sıra hangisinde olacağı. Belki de siz bana yardımcı olabilirsiniz? Hangisinin yorumunu görmek istediğinizi yazın.Bol kitaplı, güzel günler.

Thursday, September 5, 2013

İnceleme: Kaplan! Kaplan!



 
Kitap: Kaplan! Kaplan! (Yıldızlar Kaderim)
Yazar: Alfred Bester
Yayıncı: 6:45 Yayınları
Sayfa Sayısı: 288
Goodreads Puanı: 4.16 (15.396 oy)


Uzayda ölüme terk edilen, ölmesi gereken bir adam, tekmelenip uykusundan uyandırılırsa ve tüm dünyayı da kendisiyle beraber uyandırmaya kalkışırsa... 24. Yüzyılın en değerli adamı, yüreğinde intikam ateşi ve yüzünden bir kaplan dövmesiyle dolaşıyor
ve av başladı.

 


Her 6.45 okuru bilir ki, gökyüzü mavi, su ise ıslaktır... Dolayısıyla tehlikede değil, tehlikeliyiz.



İnceleme: Ölümcül Oyuncaklar; Kemikler Şehri (Film)




 
Film: Ölümcül Oyuncaklar: Kemikler Şehri
Yönetmen: Harald Zwart
Oyuncular: Lilly Collins, Jamie Campell Bower, Robert Sheehan
Yılı: 2013
IMDB Puanı:6,8

Merakla beklediğim filmi, sonunda dün izleme fırsatı buldum.
Ölümcül Oyuncaklar serisini çok severim, en sevdiğim beş seri içinde yer alacak şekilde hem de. Haliyle, filmi için de çok heyecanlanıyordum. Yine izlerken nefesimi tuttum. 


İzleyenlerden, kitaptaki birçok şeyin yer almayacağını biliyordum; ama bu kadarını da beklemiyordum açıkçası. Tamam, bu kitabın filmi değil, kitabın bir uyarlaması. Senarist istediği gibi oynayabilir, aynısını beklememek gerek de; keşke kitaptaki gibi yapsalarmış olay örgüsünü. En azından izleyenler ne olduğunu anlayabilirlerdi.

Filme her ne kadar 13+ başlığı atılsa da sahneler sanki on üç yaş altına hitap edermişçesine çekilmiş. Abartılı ses efektleri filmi çok çocuksu yapmıştı ve böyle bir filmde biraz kan beklerdim.
Filmde sadece bir şarkıyı beğenmekle, sera sahnesinde çalan şarkıdan da nefret ettim. Disney filmi edası vermişti bana kalırsa. 

Serinin yayımlanan tüm kitapların okumuş, bir de üstüne İngilizcelerini yalayıp yutmuş insanlarız. Önümüze böyle bir şey çıkartınca hayal kırıklığı bol oluyor tabii. Neyse, bunu geçeyim. Filmi kitapla ilgisi alakası olmayan iki kişiyle beraber izledim. İkisi de filmde ne olduğunu anlayabilmiş değil. Filme dair beğendikleri sayılı şeylerden biri Jace’in şahininin hikayesi, ki bu hikaye kitapla ilgili yakalayabildiğim tek şeydi. 

Biraz oyunculardan bahsedeceğim, Lily Collins’in oyunculuğu o kadar da iyi değildi fakat pek de göze batmadı. Clary için uygun gibiydi.

Herkesin küfürler yağdırdığı Jamie Campell Bower… Jace için bu filmde bence gayet hoş olmuştu. Kendisini zaten severim. Daha yakışıklı bir oyuncu, evet, bulunabilirdi. Ancak Jamie’nin oyunculuğu süperdi. Gayet de karizmatikti. Keşke saçlarını geri yatırmasalarmış diyebilirim bir tek.

Filmin başına gelen en güzel şeylerden biri Robert Sheehan idi. Süper olmamış mıydı? Made in Brooklyn yazısını görünce üstünde sırıttım direk. Her şeyiyle Simon’a çok yakışmıştı. Olmuştu yani. Olmuş bu olmuş, alalım biz bunu.

Alec ve Isabelle de iyiydi sanki, ama Hodge tam bir fiyaskoydu bana kalırsa. Hiç sevmedim. Bu belki de filmde ki Hodge’un kitapla alakasız olmasından olabilir. Ama sonuç olarak sevmedim.
Ve Valentine… Jonathan Rhys Meyers af edersiniz ama bu filmle kendine yazık etmiş. Gotik bir hava katacağım diye saçına o örgüleri takan kimse çıksın ortaya. Jonathan’ın büyük bir hayranı olarak onun gelmesini iple çektim. Valentine rolüne yakışmış mı? Yakışmış. Ama “Jonathan oynuyorsa bu film süper olur ya” düşüncemden sonra dedim ki adam sen git daha büyük filmlerde oyna.

Mekanlara gelirsek: Filmde iç mekanlar güzel tasarlanmıştı. Vampir inini ve Kemikler Şehri’ni çok sevdim. Aşağı Dünyalılar nasıldı derseniz, daha iyi bir yönetmenle daha güzel ve gerçekçi şeyler yapılabilirdi derim. Ama bulduğum da fena değildi. 

Eğer kitabı okumadıysanız, film bence kayda değer değildi. Eğer kitabı okuduysanız, filmden hiçbir şey beklemeyerek izleyin. O zaman güzel bir film. 

Kitaba bayılan biri olarak, yorumum da haliyle kitabı göz önünde bulundurarak yazılmış bir yazı. Eğer kitabı okumamış birinin gözünden yazsaydım çok daha eleştirirdim. Ne diyeceğimi bilemiyorum pek film için. Güzeldi, ama bir yandan da değildi. Evet, evet, bu şu anki duygularımı tanımlamak için gereken cümle.