Yazar: Jasper Kent
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 526
Goodreads Puanı: 3.50 (1.013 oy)
Napoléon, Rusya seferinde dayanılmaz kış koşullarına mı yenildi, yoksa işin içinde başka güçler de var mıydı?
Rusya 1812 sonbaharında başa çıkılmaz bir düşmanla karşı kar¬şıyadır: Napoléon Bonaparte’ın Büyük Ordu’su. Rus şehirleri Fran¬sızlara birer birer teslim olmuş, İmparatorluğun kalbi Moskova’yı kurtarmak ancak bir mucizeye kalmıştır. Bir grup üst rütbeli Rus asker, son çare olarak Opriçniki adı verilen, Hıristiyan Avrupa’nın uzak köşelerinde efsane olmuş on iki savaşçının yardımına başvurur. Sadece geceleri ve yalnız başlarına savaşan çete, koca bir savaşın kaderini değiştirir. Ancak Yüzbaşı Aleksey, çetenin yolu üzerindeki ölüm haberlerinden şüphelenir. Asıl karabasanın henüz başlamadığını kısa sürede anlayacaktır…
"Gerçek tarihî olaylar, sınırsız fantezi ve hiç eskimeyen halk hikâyeleri. Roman, esrarlı olayları, dehşet duygusunu ve tarihi inanılmaz bir ustalıkla birleştiriyor.”Fantasy Book Review
“Tarihî romanla kara fantezinin kusursuz bir bileşimi, benzersiz bir gerilim.”Lisa Tuttle, The Times
“İnsan olmayan varlıkların yarattığı dehşetin, insanların yarattığı dehşeti vurguladığı bir roman.”New York Times Book Review
"Ve düşünmek," diye devam etti Vadim, "bana söylediklerine göre sen bu eylemi çok sık gerçekleştiriyormuşsun."
Gülümsedim. Aslında bu, benim için daha çok bir hobi. Senin de dediğin gibi; savaşta pek işe yaramaz."
Size bu kitabı sayfalarca anlatabilirim, anlatacağım da, ama kısaca özetlersem; hayranlık uyandırıcı bir kitap.
Kitaba başladığımda, cümlelerin derinliğiyle hayat buldum. Boğucu ya da zor okunur bir tarzı yoktu Kent'in kesinlikle. Aslına bakarsanız, her kitabın olması gerektiği gibiydi: Edebi idi. Tabii, son zamanlarda bu zor bulunur bir özellik olduğundan gözlerim fal taşı gibi açık, bütün kelimeleri yutmak istercesine okudum kitabı.
Öncelikle, yazar bayağı bir araştırma yapmış, belli. Kendimi 1812 yılında gibi hissettim gerçekten. Betimlemeler hiç göze batmıyordu, hatta varlığını bile hissetmiyordunuz; ancak bu akıcılık dolayıydı. Kendimi Moskova'da hissettiğim çok zaman oldu. Hiç görmemiş olmama rağmen Petersburg ve Moskova'nın ayrımını anlamış bulundum. Kitabın sonlarına doğru, anlatılan soğuğu bedenimde hissettim.Yer yer üşüdüm bile diyebilirim.
"Yalnızca ısınmak için değil, aynı zamanda ışık, ışıkla birlikte biraz da umut vermesi için ateş yakmam gerekiyordu."
Kitabın içindeki kara fantezi, her ne kadar basit bir konu ele alınmış gibi görünse de oldukça iyi uyarlanmıştı. Dehşete düştüm, korktum ve daha fazlasını istedim. Anlatılan halk hikayeleri, Aleksey İvanoviç'in olaya bakışı daha da güzelleştiriyordu her şeyi. Açıkçası, romandaki fantastik karakteri hemen fark ediyordunuz zaten. Ama olaylar geliştikçe, beklediğinizden farklı her şeye dönüyor.
Hazır yer, gelmişken, kitapta şaşırtıcı birçok öge vardı. Bazı olayları hala kavramış, kendimi inandırmış değilim. Yazar beklenenin ötesinde bir şeyler çıkartmış.
"İncil'in her konuda yanıldığına inandığını sanıyordum," demiştim ona.
"Her konuda değil. İncil'de birçok işe yarar şey de var, ama aslında insanları içindeki he şeyin iyi olduğuna inandırmak için yazılmış bir dalavere. Bu, eski bir hiledir. Bir ağacı saklamak için en iyi yer ormandır. Bir yalanı saklamak için de en iyi yer doğrular ormanıdır."
Hayran kaldığım bir diğer şey, konuşmalar ve benzetmelerdi. Özellikle Maksim karakterinin bakış açısına ve dile getirdiklerine bayıldım. İnanç tarzı ve inandığı şey için yaptıkları hayret verici olduğu kadar güzeldi de. Örneğin, Aleksey ile yaptığı İncil hakkındaki konuşmayı uzun yıllar unutmam herhalde.
Biliyorsunuz, hikayenin yaşandığı döneme bir savaş ortamı hakim. En sevdiklerimden biri, anlatıcımız Aleksey'nin, baş düşmanına, Bonaparte'a bakışıydı. Birbirlerini karşılaştırması ve bulduğu benzerlikler etkileyiciydi. Bir diğer etkisinden kurtulamayacağım şey ise kitabın ortalarında gördüğü rüya idi. Okuyan herkesin kafası karışmış, bir o kadar da herkes büyülenmiştir herhalde.
"Hayır, gücümüz hiçbir şey değil. Bu bence yalnızca diyetin bir yan etkisi. Üstünlüğümüz nedeni sahip olduğumuz bir şey değil, bizde eksik olan bir şey. Bizim vicdanımız yok."
Karakterler özenle yaratılmıştı. Aleksey'nin özel hayatıyla ilgili yaşadıklar zaten ayrı olaydı, bunun dışında Dimitriy, Maksim ve Yuda baş karakterler olduğu gibi favorilerim de. Hepsinin şaşırtıcı, biraz iç karartıcı ama kendine özgü öyküleri vardı. Be belirtmeden geçemeyeceğim, Dimitriy hayalimde Danila Kozlovskiy olarak canlanmadı değil.
Bu arada, kitapla altı çizilip burada paylaşılacak çok güzel alıntılar var, ancak yaklaşık iki sayfada bir, bütün sayfa kadar olduğundan herhangi bir kitapta yaklaşık on beş alıntı çıkaran ben sadece beş tane işaretleyebilmişim. Büyük ihtimalle, elimi kaldırıp post-it almak istemediğim için de olabilir.
"Rüzgarın ıslığıyla birlikte bir kurdun uluduğunu duydum. Az sonra bir ikincisi ona katıldı. Kurtlar bana ulaşmadan soğuğun hissizleştirmesine teslim olmak için dua ediyordum. Aynı anda, vurdalak'ların kurda dönüşebileceklerine dair halk bilgisini hatırladım. Duamı değiştirdim. Eğer soğuk beni koruyamayacaksa, bari uluma normal, saygıdeğer kurtlardan gelmiş olsundu."
Bir de küçük bir şey söyleyeyim, kitap pek bağnaz olanlara göre değil. Yani içinde Türklere sövüş var biraz. Açıkçası olaylar 1812 yılında, hatta Türklerle ilgili anlatılanlar ondan da önce yaşandığı için ve ülkeler arası savaş meseleleri beni pek bağlamadığından bir duygu hissetmedim. Vatansever değil misin, falan demeyin. Sadece eskiden yaşanmış şeylerin (ve benim yapmadığım bir şeyin) şu anda bir Rus'la aramda tartışması olmaz.
Sonuç olarak, Danilov beşlemesininin ilk kitabı olan Oniki geçer puanın bayağı üstlerinde idi. Elimde olsa Goodreads'te 6 yıldız bile oylayabilirdim. On Üç Yıl sonra için heyecanlıyım. Daha önceki bir yazımda bildirdiğim uyarıyı tekrar yazayım, ikinci kitabın arkasındaki yazı oldukça spoiler içeriyormuş abimden aldığım duyumlara göre.
Yeni yorumlarda görüşmek üzere, güzel günler dilerim.
Puan: (5 üzerinden)
No comments:
Post a Comment