Friday, May 31, 2013

Ülke Parçalanıyor, Uyan Türkiye

Yıllardır insanların sömürgesi altında yaşadığımızı kaç Türk biliyor, şüpheli. Karşı koyanların olduğunu görmek yüzlerde bir tebessüm oluşturuyor, değerli hükumet ise gülücükleri silip yerine göz yaşı koymayı ihmal etmiyor.
Hayat hiçbir zaman kitaplardan, müziklerden ve filmlerden ibaret değil. Bugün bunun için paylaşıyorum bu yazıyı burada. Facebook'ta hala hiçbir şey olmamış gibi dolanıp efkarlı aşk sözleri paylaşan tayfa hala yerli yerinde, o ayrı. Ama farkında olan, uyumayan insanların bir şekilde direndiğini bilmek gurur verici. 
Bilmiyorum, 2023'de halimiz ne olur. Bakarsınız saltanat gelir, çarşafa bürünürüz. Bilinmez. Ama eminim ki, şu andan daha iyi bir senaryo olmayacak. Ve batmamak için, ülkeyi bir arada tutmak için bir şey yapmıyorsan şu an ne zaman yapacaksın? 
Beni şu anda yargılayan insanlar vardır, şüphesiz. Sırf taptıkları hükumete tepki verdiğim için bu yazıyı kınayanlar vardır. Hiç kimseye kötü bir söz söylemek istemem ama şu an bunları düşünen, bu durumda ülke için, birlik için kılını kıpırdatmayan, tepki göstermeyen insanlar ne Türk vatandaşıdır, ne de insancıl bir parça taşır. 
Neden bahsettiğimi biliyorsunuz. Gezi Parkı Operasyonu. Televizyonda böyle bahsediyorlar, aynen teröristmişiz gibi. Şu anda televizyonda hipnotize olmuş koyunların "Ateist, saldırgan toplum. Rahat batıyor." dediklerini duyar gibiyim. Çünkü onlar için her şey güzel, rahat. Kömürleri var. Sefalet çeken insanlar onları ilgilendirmiyor çünkü uğraşmak istemiyorlar. Belki de uğraşmaları engelleniyor. 
Bugünden sonraki adım ne olacak zannediyorsunuz? İç savaş. Yaralanmalar yerini ölümlere bırakacak, saldırılar olacak, internette her gün daha fazla iç karartıcı haber göreceğiz. Birileri oyunu verip parasını alırken evine çekilecek, diğer yanda tinerciler ülkeyi korudukları için içeri tıkılacak, işkence edilecek. Bir sürü vatandaş ülkeyi terk edecek, belki bir tek koyun sürüsü kalacak geride. Anayasa maddeleri değiştirilecek hemen, sevgili ABD taleplerini belirtecek, bir çok şehir Türkiye sınırından çıkacak, yerini yeni kurulacak olan malum devletlere bırakacak. Halka büyüklerden kimse yardım etmeyecek, belki elli yıl sonra, birileri tarafından hatırlanacak. Direnecek insanların var olduğunu birkaç kişi hatırlayacak belki. Gözünüzün önünde bunlar apaçık dururken siz neden üç maymunu oynuyorsunuz? Dinle kandırılmak, üç kuruş için ülkeyi satmaya gönlünüz el verebiliyor mu? Umursamaz olmak bu kadar kolay mı, söyleyin. 
"Atatürk yaşasaydı," diyemeyeceğim. Atatürk böyle bir Türkiye'de yaşamak istemezdi. Cumhuriyeti kanlı ellerle kazanmış halkın, ülkeyi kendi elleriyle teslim ettiğini görmek istemezdi. 

İnsanların kolu bacağı doğayı korudukları için kırılırken, vatandaşı savunması gereken polis metrobüse gaz bombası atıp yaralılar için ambulansları engellerken sen duruyorsan, artık hiçbir şeyin önemi yok. Tek söyleyebileceğim; iyi uykular.



İnceleme: Ruh Bağı/Spirit Bound


Kitap: Ruh Bağı (Vampir Akademisi #5)
Yazar: Richelle Mead
Yayınevi: Artemis
Sayfa Sayısı: 501
Goodreads Puanı: 4.45 (92,525 oy)

AŞKA HER ZAMAN GÜVENDİ
ÖLÜMLERDEN ÖLÜM BEĞENDİ

Rose'un önünde iki seçenek vardı. Ya ölecek, ya öldürecekti. Kalbinin sesini dinledi ve yanlışı seçti.

Rose, önce Dimitri'nin doğduğu topraklara, Sibirya'ya, uzun ve talihsizliklerle dolu bir yolculuk yaptı. Ardından St. Vladimir Akademisi'ne döndü. Böylece en yakın arkadaşı Lissa'ya da kavuşmuş olacaktı. Ama Rose'un kalbi halen Dimitri için atıyor ve sevdiği adamın bir yerlerde, hayatta olduğunu biliyordu. Eline bir şans geçmişti oysa...

Fakat onu öldürememişti. Yapamamıştı.

Şimdi en korkunç kabusu gerçeğe dönüşmek üzere pusuda bekliyordu. Dimitri kanını tatmıştı ve susuzluğu her geçen dakika biraz daha artıyordu. Dimitri, Rose'un peşindeydi.

Ölümüne bir kovalamaca! Nefes kesen bir karşılaşma!


Thursday, May 30, 2013

Kargo Ne Getirdi? #3

Scala'dan pazartesi günü sipariş ettiğim kitaplar bugün elime ulaşabildi. Açar açmaz yazayım dedim yazımı.

  • Kusursuz Kimya
  • Düşüş
  • Kolay
  • Tanrıçanın Savaşı
  • Benim İçin Öl
Uzun zamandır okumak istediğim kitaplar hepsi. Kusursuz Kimya hariç; o biraz piyango oldu. Goodreads listelerinde başlarda görünce biraz şaşırdım. Şaşırmamın nedeni Perfect Chemistry'nin bizim Kusursuz Kimya olduğunu anlamam idi. Ne diyeyim, Kusursuz Kimya'nın kapağını görünce Fifty Shades tarzı bir romandır demiştim. Kapağının alakasız bir şekilde On Dublin Street'ten alıntı olmasıyla ilgili olabilir. Meğersem YA bir aşk romanıymış.
Ayrıca şöyle bir not düşeyim, kitabın Artemis Yayınları'ndan çıktığını ve seri olduğunu öğrenince keşke almasaydım dedim. Bir yayınevinden dolayı "keşke kitabı almasaydım" demek ne kadar kötü bir şey değil mi?   Artemis'in yayın politikasının değişmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Belki öyle değil, ama bana ve çoğu kişiye fazla ilgisiz geliyorlar. Bir kere yazmışlardı "Biz Türkiye'nin Penguin'iyiz" diye. İlgisiz, çabuk sinirlenen ve basım kalitesi yerlerde sürünen bir Penguin. Kitapların kapaklarına, baskılarına bakıyorum; tamam, hiçbiri yurt dışı kalitesinde değil ama Artemis hepsinden aşağıda görünüyor bana. En azından kapakları mat yapsalar... Gelirsiz bir yayınevi de değil, Türkiye'deki en büyük hasılata sahip üç yayınevinden biri olabilir ama  basım kalitesi ile ilgili yapılan şeyler sıfır.
Bir de kargoya genel olarak değinmek istiyorum, içinden bir tane bile ayraç çıkmaması beni çok üzdü. Oysa ufak bir şeyler görmeyi isterdim. Ama Scala'dan hiçbir alışverişimde karşılaşamadım daha. 

Beni en çok sevindiren şey ise masamda bulduğum ufak hediye paketi idi. Dün gece geç saatlerde abim geldi eve, sabah erken çıktığım için görememiştim, eve geldiğimde de yoktu. Hediye paketinin ondan olduğunu hemen anladım. İçinden de beni çok sevindiren bir şey çıktı:


Açlık Oyunları koleksiyonum giderek büyüyor! Sıradaki hedefim ise koleksiyon bebekleri.



Wednesday, May 29, 2013

Ben Şu Sıralar... #3

Yoğun haftalar geçiriyorum; eve geç geliyorum, sabah erken kalkmak zorunda kalıyorum... Yine de bu sıkışıklık ne kitap okumama ne film izlememe engel!

...Ne Okuyorum?




Vampir Akademisi'nin beşinci kitabı Ruh Bağı'nı bitirmek üzereyim. Sona yaklaşıyorum, bir yandan üzülsem de yerinde bir kesiş olacak diye düşünüyorum. Yorumum tabii ki kitap biter bitmez blogta. Adrian ve Dimitri ile geçirdiğim saatlerin tartışmasını yapacağım(!)






...Ne İzliyorum?




Bayılıyorum bu adamlara. Bir türlü gerçekleştiremediğim hayat felsefemi yaşıyorlar. Yani gerçekten, adamlar yaşıyorlar. Dertleri yokmuş gibi; tek yaptıkları eğlenmek. Tabii eğlenmekten kastınız bazen sınırları aşabiliyor... Tamam, gerçekten. İzlerken midem bulandığı oluyor. Geçen hafta arkadaşımda kaldım ve gece birde eve geldiğimizde içtiğimiz  Macchiato'dan dolayı midemiz bulanıyordu. Ve biz ne yaptık? Oturup dörde kadar Jackass The Movie ve 3D izledik!  Lütfen denemeyin.



Birkaç gün önce Jennifer Lawrence aşkım tuttu ve oturup tekrardan izleyeyim Silver Linings Playbook'u dedim. Ve ben Bradly Cooper'ın oynadığı hiçbir filmden sıkılmam. Filmi izlerken oyunculukların derinliğinde boğuldum. Son zamanların en iyi filmlerinden biri olduğu açık bana kalırsa. Görüntüler, müzikler, replikler, oyunculuklar... Robert De Niro'dan bahsetmeme gerek yok sanırım? İzlemeyen kalmasın.

Bütün animasyon severlerin izlemesi gereken bir film: Spirited Away. Kafa karışıklığı, "O ney yaa?" tepkisi

vermeyi seven herkes bayılacaktır. Tuhaf hayaletlerle, değişik bir kurguyla IMDB puanını sonuna kadar hak eden bir film. Ponyo'dan sonra yapımcının her filmini izlerim demiştim zaten. Yine güzel çizimler, yine yüzde sevecen bir ifade... Kalbimi kazandı.







Korku filmi sevenler; toplanın! Süper bir film getirdim.
Nasıl olacağından emin değildim. Yani adına bakınca, "The Blair Witch Project? Pfff, cadı filmi mi yiaa" gibi bir tepki verilebilir ama sakın önyargılı olmayın. Filmimizin konusu şöyle: Üç öğrenci; Heather, Mike ve Josh Blair cadısı hakkında bir belgesel çekmeye çalışıyorlar. Araştırma yaptıkları ormanda beklenmedik şeyler olduğunu söylememe gerek yok sanırım.
Korktum. Gerçekten korktum. Tabii korkmamın nedeni şöyle bir salaklığım da olabilir; filmi gerçek sandım. Filmin başında yazdığı üzere, film bir proje. Ve IMDB sadece oyunculara bakan ben karşısında kendi ismini görünce kişilerin gerçek olduğunu sandım kısa bir an. Hatta "Bu nasıl bir olay olmaz? Yüzyılın en büyük olayı bu!" şeklinde bir şey söylemeye hazırlandım. Gerçek değil; ama oyunculuklar gerçek olacak kadar güzel kılmış olayı. Ucuz korku filmlerinden sonra iki el kamerasıyla neler yapılıyor görün. Zaten el kamerasıyla çekilen filmleri sevmişimdir hep (bkz: REC), bu da bir artı oldu. Gerçekten ürktüm filmde. Ve ne saçma sapan yaratıklar vardı ne de kilişeler. 1999 yapımı ama şimdiki filmlere kıyasla çok daha iyiydi. Korku filmi aşıkları varsa izlemeli.

Bir başka korku filmiyle devam ediyorum, ama bu o kadar sevilmedi. The Blair Witch Project'in aksine senarist kilişelerden başka bir şey işlememiş. Tebrikler. Tipik bir Exorcism filmi The Possession. Aslında ben Exorcism filmlerini severim, katolik kilisesi olayları, şeytan çıkarma gibi şeyleri ilgi çekici buluyorum. Ama film var film var. Filmin fragmanını izleyince "Budur, izlenir." dedim ama gelin görün ki yönetmen her şeyi fragmana koymak için çekmiş gibi. O kadar hızlı gelişti ki her şey anlayamadım. Karakterlerin duygularına turbo takılmış gibi bir kızıyorlar ardından hemen sevecenlik. Filmde bir sürü bırakılan yer de vardı. Bazı şeyler çok gereksizdi. Ha bir de bahsetmeyi unuttum, filmde farklı olan tek şey olayın Yahudilikle ilgili olması. Ki Yahudilerin filmde saçma gösterildiğini düşünüyorum. Asıl her şeyi bilen adamın konuşması falan. Yapmacık. Filmde güzel sahneler yok da değil. Tumblr'ı olanlar kesin görmüştür, boğazdan çıkan iki parmak, ele saplanan çatal vs. güzel sahnelerdi ama hiçbir değeri kalmadı. Filmin sonunu zaten biliyorsunuz, yani tipik son işte. Spoiler vermek istemiyorum yine tabii ki ama izlemeyenler bu cümleyi atlasın çünkü söylemeden edemeyeceğim; sonunda çıkan yaratık tam bir Gollum değil miydi? Korku filmi tamam ama gözlerimden yaş geldi gülmekten. Yapmayın.
Filmde en kötü yer ise kesinlikle asıl konu olan şeytanın içine girme görüntüsüydü. Sinema tarihi böyle kötü sahne görmedi. O gözler, o beden neydi öyle arkadaş. Yapmacıklığın dibine vurmuşlar.
Ben fazla yerdim filmi ama isteyenler bir şans versin tabii. Yine de exorcism izlemek isteyenler The Devil Inside, The Exorcism of Emily Rose izlesin derim.




Huh. Ne çok film izlemişim ama. Yaz yaz bitmiyor. Bir komedi-dram filmiyle devam ediyorum yazıya. It's Kind of a Funny Story. Sevildi. Zach Galifianakis'i değişik bir rolde görmek tuhaftı tabii; ama adama dramatik rollerde yakışıyormuş, öğrendik. Filmde, genç bir oğlanın intihar isteğini görüyoruz önce. Değişik bir girişinin olduğunu da söylemem gerek. Çocuk intihar edeceğini düşündüğü için hastaneye gidiyor ve kendisine bir müdahale yapılmasını istiyor; ilaç verilmesini. Beklediğinden farklı şekilde, birkaç gün boyunca hastanede kalmak zorunda bırakılıyor. Deliler bölümü. Tanıştığı değişik insanları ve oradaki psikolojiye tanık oluyoruz. Umut hiç dinmiyor ve yüzümüzden gülümseme düşmüyor.



Önyargılar, önyargılar... peşimi hiç bırakmıyor. Project X. Filmden nefret etmeyi bekliyordum. Tipik bir Amerikan parti filmi, gereksiz, fazla sexs, uyuşturucu.... Nitekim film öyleydi de. Üç ezik arkadaş (aralarından biri nerd, biri aşırı çapkın ve kurnaz olmak zorundadır) bir parti düzenlerler. Tipik. Ama beklenenin aksine, fazla eğlenceli. Yani gerçekten, kendi kulvarında farklı bir filmdi. Ve yaşanılan parti gerçekten olağanüstü. Şöyle diyorsunuz başta, "Babasının arabasına bir şey olacak, etrafta eşyalar parçalanacak, sonra bir günde her şey toplanacak ve annesi en son videoyu görecek" öyle olmuyor. Ve eve verilen hasar, aklınızın alabileceğinden büyük. Ah, nasıl sondu öyle! Çok sevdiğim Hangover'ın yönetmeninden, yine bir el kamerası temalı film. Dünyanın en büyük partisi. İyi seyirler dilerim.





Pitch Perfect. Bugün izlediğim bir film, adam gibi gibi bir komedi filmi beklerken umduğumu bulamadım bu sefer. Fragmanı izlememiştim, filmi de sadece internette dolaşan repliklerden biliyordum. Ve söyleyebileceğim tek şey: Never trust internet teenagers. Filmin konusu Disney filmi gibiydi. Sadece biraz daha açık saçık ve küfürlü. Gerisi tamamen kilişe. Her yerde kilişe. Thats enough kilişe.
 Fat Amy denen karakterin Zach Galifianakis'in canlandırdığı tipik Hangover karakteri gibi olması beklenmiş, özenti bir karakter olmuş. Zaten bütün karakterler yaratıcılıktan uzak. Filmde tebessüm ettiğim birkaç yer oldu sadece. Öyle kahkaha attıracak bir film beklemeyin. Filmde sevdiğim yerler tabii ki müzik içeren yerlerdi. Ama filmin tamamı tahmin edildik ve sıradandı. Yine de çok sıkılırsanız boş bir gününüzde izleyebileceğiniz tarzda. Yine de bir komedi filmi için ilk tercihiniz olmasın.




The Imposter. Ne filmdin sen öyle? İlk önce filmi bulma hikayemi anlatmak istiyorum: Film daha Türkiye'de yeni vizyona girdiği sırada Dream Tv'nin Popcorn'un da yanılmıyorsam fragmanını görmüştüm. Ve demiştim ki "Ben bu filmi izlemeliyim." Ama fragmanın tamamını görmemiştim ve filmin adını hatırlamıyordum. Tek kelime vardı: Hayat. İnternette günlerce aradım, bulamadım. Hayat deyince karşını yüzlerce film çıkıyor zaten. Neyse. İstanbul'da abimle sinemaya gidecekken cinemaximumun sitesinde gördüm filmi. Sadece iki yerde oynuyordu. Filmin adı Hayat Avcısıymış, IMDB'de bulamamamın nedeni de içinde "Life" vb. sözcükler geçen bir isminin olmamasıymış tabii. O gün başka filme gittik, izleyemedim ama geçen gün aklıma geldi ve izleyeyim dedim. Ve film müthiş.
Dalga geçeceksiniz, biliyorum ama filmin fragmanının bir bölümünü gördüğüm o zaman ben bunun bir gerilim filmi olduğunu sanmıştım (Nitekim film boyunca fazla geriliyorsunuz) ve işin içinde fantastik ögeler olduğunu düşünmüştüm. "Çocuk eskisi gibi değildi" sözünden kaynaklı. Evet arkadaşlar, film bir belgesel şeklinde. Discovery belgesi gibi biraz, anne-baba ve olay içindeki kişi olayı anlatıyor ve sonradan çekim görüntüler ekleniyor. Aynen  böyle. Ama beklediğiniz gibi bir belgesel değil film.Tüyler ürpertici, ağzı açık bırakan, gerçek bir film bekliyor sizi. Herkesin izlemesi gerek diye düşünüyorum. Ben çok etkilendim, filmin sonunda gözlerim fal taşı gibi açılmış, uyuşmuştum. Mükemmeldi. Tek kelime.






Aslında bir de "Ne dinliyorum?" bölümü yapacaktım ama bu kadar yazıdan sonra üşendim biraz. Devamı gelecek yazıların. Umarım eğlenmişsinizdir. Siz bu filmleri izlediniz mi, izlemeyi düşünüyor musunuz? Yorum bırakmayı unutmayın!

Sunday, May 26, 2013

Etkinlik: "Kitap Aldıran Durumlar"

Vampirella yepyeni ve eğlenceli bir etkinlik yapmış, bana da katılmak düşer. On tane kitap aldıracak durum yazıyoruz ve örneklerle renklendiriyoruz. Bana kitap aldıran durumlar neymiş, hiç zaman kaybetmeden yazdım. Sonuç iyi ya da kötü, bazı durumların kurbanı olduğumuz kesin!


  1. Kitabın filminin çıkmış/çıkacak olması. Aslında bu başlı başlına bir neden olmayabilir ama içinizde kesinlikle okuma istediği uyandırıyor! (Muhteşem Gatsby ve Sıcak Bedenler, filmi çıkmadan okuyayım dediklerimden)
  2. Popülarite. Son zamanlarda en çok kurban kapan neden olabilir. "Herkes okumuş beğenmiş, ben de okuyayım" düşüncesi kimin aklından geçmedi ki? (Gece Evi, Obsidiyen benim kapıldıklarım.)
  3. Muhteşem kitap kapakları. Sırf kitaplıkta güzel duracak diye eliniz gidiyor almaya. 
  4. Mitoloji. Mısır ve Yunan mitolojisi hayranı olduğumdan ilgili her kitabı almak için yanıp tutuşuyorum. (Melez Sözleşmeleri, Tanrıça, Percy Jackson)
  5. Book Boyfriend. Mükemmel erkek karakterleri hakkında yapılan yorumlar size kitabı almalısın komutu olarak geri dönüyor. Yani en azından bana.
  6. Distopya. Son dönemlerde distopya olan her kitabı alasım geliyor. En sevdiğim tür olduğundan kaynaklı. (Pür, Küller)
  7. İç parçalayıcı bir öykü. Dram hikayeleri okuyup bolca göz yaşı dökmeyi seviyorum. Bu tarz mazoşistliklerim olması doğal mı diye merak etmiyor değilim. (Kristin Hannah kitapları)
  8. İç karartıcı bir öykü. Dram dışında, katil hikayeleri, cinayetler de etkileyici geliyor, evet.
  9. Sonsuz aşklar. İmkansız aşıklar çoğu kişi gibi beni de kalbimden vuruyor.
  10. Şiir ve müzik. Bir kitabın içinde şiir ya da müziğe dair parçalar varsa o benimdir! 



İnceleme: Oniks/Onyx



Kitap: Oniks (Lux #2)
Yazar: Jennifer L. Armentrout
Yayın Evi: DEX
Sayfa Sayısı: 396
Goodreads Puanı: 4.47 (22,554 oy)

Daemonla aramızda bir uzaylı bağı olmasının muhteşem olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.

Gerçi bu bağa rağmen ona direnmeye kararlıyım. Ama bunu yapmak hiç de kolay değil çünkü Daemon (kahretsin!) gittikçe gözüme daha da taş gibi görünüyor. Üstelik bu sefer Arumlardan çok daha büyük bir problemimiz var. Savunma Dairesi kasabada.

Eğer Daemonın yapabildiklerini keşfeder ve benim de onunla bağım olduğunu anlarlarsa ikimizi de mahvedecekler. Bu arada okula yeni biri geldi ve herkesten gizlediği bir sırrı var. Bana neler olduğunu biliyor, yardım da edebilir ama bunun için (sanki mümkünmüş gibi) Daemona yalan söylemeli ve ondan uzak durmalıyım. Kimi kandırıyorum ben?!

Kimse sonsuza kadar yalan söyleyemez.

Ultra yakışıklı ve ultra odun Daemon Black geri döndü!

Lux serisi, OBSİDİYENden sonra 2012nin en iyi genç yetişkin kitabı seçilen ONİKS ile tam gaz devam ediyor. Daemona karşı koymanın imkânsız olduğunu artık siz de çok iyi biliyorsunuz...


Friday, May 24, 2013

Neredesin Bernadette Çekilişini Kim Kazandı?

Tebrikler herkese, kazananlar da üzülmesinler; Okutan Günler çekilişlere ve blog turlara hız kesmeden devam ediyor çünkü!
Talihlilerin adreslerini en kısa zamanda Okutan Günler Blog Tur Facebook sayfasında bekliyoruz.


Monday, May 20, 2013

İnceleme: Tanrı/Deity



Kitap: Tanrı (Covenant #3)
Yazar: Jennifer L. Armentrout
Yayın Evi: DEX
Sayfa Sayısı: 407
Goodreads Puanı: 4.58 (7,745 oy)


Akit’in kuralları Alex’i neredeyse ölüme gönderiyordu. Konsey onun Catskills’de ne yaptığını öğrenseydi, onu kimse kurtaramazdı, tabii Aiden’ı da. Furiler, Alex’in peşindeydi, şimdi de onu ele geçirmek isteyen başka güçler var. Alex sürpriz bir mektup alıyor, yazanlar karşısında ne yapacağını bilemiyor ve Seth’le gittikçe daha da yakınlaşıyor. Birlikte yaptıkları antrenmanlardan biri Alex’in bir Apollyon işareti daha kazanması ile sonlanıyor ve bu Alex’i biradım daha Uyanmaya yaklaştırıyor. Alex’in doğum günü yaklaştıkça sanki etrafındaki tüm dünya paramparça oluyor; geleceğin Apollyon’u aşk, kader ve yalanlar arasında sıkışıp kalıyor. Tanrılar öfkelerini serbest bırakınca yaşam geri dönülmez bir şekilde değişecek. Furiler, İblisler, Safkanlar, Melezler ve Avcılar hiç beklenmedik bir geleceğe hazırlanıyor. Tarih tekerrür ediyor fakat bu defa işler, pek de iyi gitmiyor.

Melez Sözleşmeleri serisi, Melez ve Safkan’dan sonraTanrı ile devam ediyor.

Sunday, May 19, 2013

Fan Art Pazarı #3

Üçüncü haftanın konuğu, hala okumakta olduğum Matched/Eşleşme olsun istedim. Ben daha bitiremedim ama insanlar bitirmiş, sevmiş, üstüne de resmini çizmiş; bize de paylaşmak düşer.


 


 



Sona da bir kapak çalışması ekleyeyim dedim. Basılmak için bile uygun!


Friday, May 17, 2013

Neredesin Bernadette? Okutan Günler Blog Tur Çekilişi



Okutan Günler yine boş durmadı, blog turlar arasına bir de çekiliş ekledi. Herkesin merakla beklediği, ödüllü, bestseller Neredesin Bernadetta? kitabını tam beş kişiye hediye ediyoruz. Tek yapmanız gereken şartları uygulamak!



a Rafflecopter giveaway

Bernadette... kayıp bir anne.
Bernadettein kocası Elgie... bir Microsoft dehası.
Bee... onların 15 yaşındaki kızı.
Bir Çocuk, Bir Anne Ve Bir Baba
Yeterli mi aile olmaya?


"Ellen", "Saturday Night Live", "Mad About You" ve "Arrested Development" gibi program ve dizilerin de yazarlığına imza atan Maria Sempledan, hem öyküsüyle hem de dili ve üslubuyla dikkat çeken, benzersiz bir roman.

Sağlam bir kurguya dayalı Bu Kitap e-posta, mektup, F.B.I. raporları, hatta fatura gibi pek çok tazın türünü içinde barındırıyor. Tüm bu türlerin ne denli zekice kullandığını, her bir bilginin nasıl da yaratıcı bir şekilde gözler önüne serildiğini görebilirsiniz elbet ama bunu yapabilmek için önce kahkahalarınıza bir ara vermeniz gerekiyor." 
The New York Times

Yaratıcılık ve anne-kız ilişkisinin gücü sıradışı bir anlatımla birleşiyor ama okur romanı okurken bunu fark edemeyecek denli eğleniyor olabilir tabii…" -The Oprah Magazine
İnanılmaz eğlenceli… Semple, çocuklarını özel okullara gönderen evhamlı aileler ve çevre bilincine kafayı takmış komşularla dolu bir hayattan alaycı bir kesit sunuyor… Vogue

Semple bir kadının hayatını oluşturan bileşenleri ve çevresindeki insanların kadınları algılayış şekillerini hayranlık verici bir şekilde anlatıyor.-Publishers Weekly
"Zeki ve yaratıcı olduğu kadar özgün ve içten…"
Gillian Flynn

"Neşeli, matrak ve harika bir kitap ama en iyi yanı bir sonraki sayfada ne ile karşılaşacağınızı asla kestiremiyor olmanız."
Kate Atkinson



Yabancı Yayınları'na desteklerinden dolayı teşekkür ederiz.

Thursday, May 16, 2013

Tuesday, May 14, 2013

Kargo Ne Getirdi? #2

Cumartesi günü sürpriz bir alışveriş yaptım Scala Kitapçı'dan. Şöyle sürpriz oldu, elimde okunmayı bekleyen on, belki daha fazla kitap olduğundan bir süre almamayı düşünüyordum; ancak ben fazla duramıyorum kitap alışverişi yapmadan. Hazirana kadar yoğun bir süreçte olduğumdan az kitap alayım dedim ve yaklaşık kırk kitap arasından dörde indirgedim alışveriş sepetimi. En zorlu süreç zaten alım aşaması. Hal böyle olunca ben de serilerin devam kitaplarını alayım dedim. Ne zamandır okumayı beklediğim kitapları aldım. Biraz sonradan takip ediyormuşum gibi oldu gündemi ama her kitabı çıktığı gibi alamıyorum. Bazen -Tanrı kitabı gibi- beklettiğim de oluyor.
Fazla uzattım sanırım, şöyle göstereyim üç güzel kitabımı:

Ben de telefon kamerasına alıştım iyice.

Yukarıdan aşağı; 
  • Ruh Bağı (VA #5)
  • Tanrı (Covenant #3)
  • Oniks (Lux #2)
Bir de baskı ve kapaklar hakkında konuşayım biraz. Ruh Bağı ve tüm VA serisinin kapakları hakkında söyleyecek sözüm yok ama ilk defa Artemis'in bir baskısını beğendim.Yeni basım sanırsam, serinin diğer kitaplarına nazaran kaliteli duruyor. Ayracı da çok beğendim aynı zamanda. Oniks'de Daemon'ın gözler ne olmuş öyle? Tanrı'nın da -herkesin aksine- kapağını çok beğenmedim. Kızın boynu olmasaymış iyiymiş ama DEX'e orijinal kapaklarıyla çıkarttıkları için teşekkür ederim yine de. İyi de olsa kötü de olsa orijinal kapağı her zaman tercih etmişimdir.
Şimdi ise işin en zor yanı var. İlk önce hangisini okuyacağım? 

İncelemeleri yakında blogda!

Sunday, May 12, 2013

Fan Art Pazarı #2

Fan Art Pazarı'nın ikinci haftasında bir kitabı değil de karakteri ağırlamaya karar verdim. Konuğumuz ise benim büyük bir hayranlık duyduğum Finnick Odair.
Belirtmek isterim ki, Finnick, benim en sevdiğim kitap karakteri. Açlık Oyunları zaten benim için çok çok özel. Ama Finnick bambaşka. Daha Açlık Oyunları'nı okurken nasıl öleceğini biliyordum kendisinin. Yine de yalan olduğunu düşünüp bağlanmıştım ona. Öldüğünde deli gibi hıçkıra hıçkıra ağlamıştım, sanki gerçek bir insan ölmüş gibi. Annie ile aşkları gördüğüm en saf aşktı. Ne Gale, ne Peeta ne de günümüz romanlarındaki bir erkek karakteri... hiçbiri onun gibi değildi, olamazdı. Ve hala onun gibi bir karakter yaratılmadı.
Resimlerin biraz kalabalık olduğunu belirteyim, uzun bir yazı oldu; resimlere, mektuplara doyamayacaksınız yine de.